İstanbul’un kapısı kapanıyor

Yüz yıla yakın bir süre Anadolu’nun İstanbul’a açılan kapısı olan tarihi Haydarpaşa Garı, önümüzdeki yıllarda artık trenlerine veda edecek.

Eğer proje hayata geçerse garın etrafında cam-çelik karışımı gökdelenler yükselecek. Gar binası da ya otele ya da alışveriş merkezine dönüştürülecek.

İstanbul’u ilk kez onun kapısından çıkar çıkmaz görmüştüm. Beş yaşlarındaydım. Trenle Malatya’dan gelmiştik. Babamın tayini bu koca kente çıkmıştı. Onların çok sevindiğini hayal meyal hatırlıyorum. Benim için ise İstanbul hiçbir şey ifade etmiyordu. Annemin elinden tutup, garın kapısından çıkınca, denizi görüp şaşıra kalmıştım. Daha doğrusu ürkmüştüm. O zamana kadar bu kadar çok suyu bir arada hiç görmemiştim. Oradan vapura bindiğimizi, denize bakmamak için babamın şapkasını gözlerime kadar indirdiğimi hatırlıyorum. İstanbul’la karşılaşmamın bölük pörçük kareleri... Çocukluk anıları neden net hatırlanmaz acaba!

Anlamışsınızdır, kapısından çıktığım gar, Haydarpaşa Garı’ydı. Anadolu’nun İstanbul’a açılan kapısı. Veya İstanbul’un Anadolu’ya... Bu kente trenle ilk kez gelenler, o kapının önünde mutlaka bir süre duraklamışlar, karşıdaki Ayasofya’nın, Sultanahmet Camii’nin, Süleymaniye’nin minarelerini saymışlar, Galata Kulesi’nin ne olduğunu çıkarmaya çalışmışlar, denizi ilk kez görüyorlarsa benim gibi biraz ürkmüşlerdir.

Haydarpaşa Garı, İstanbul’un anıt binalarından biridir. Ama birkaç yıl içinde belki de yerinde yeller esecektir. Şöyle ki; bir milyon metrekarelik arazi ve Haydarpaşa Garı’nın ve limanının kaderi, bir proje yarışması sonucunda belli olacak. Proje seçildikten sonra, bu tarihi bina ya otele ya da alışveriş merkezine dönüştürülecek, çevresinde ise gökdelenler yükselecektir. Yani en geç 3-4 yıl içinde gar artık trenlerle kucaklaşamayacaktır.

İsterseniz geleceği şimdilik burada noktalayalım ve önce Haydarpaşa semtinin, sonra da garın geçmişine bir göz atalım.

HAYDAR PAŞA’NIN BAHÇESİ

İşe semte bu adın nasıl konulduğundan başlarsak; bazı kaynaklara göre, 1533’te sadrazam olan Hadım Haydar Paşa’nın bu bölgede güzelliği dillere destan bir bahçesi vardı. Bahçe öylesine güzeldi ki, cennetle kıyaslanıyordu. Zaman içinde bahçenin etrafını çeviren tüm bölge, Haydar Paşa’nın adıyla anılmaya başlandı. Bazı kaynaklara göre ise bölge adını, Osmanlı padişahı III. Selim’in sadrazamlarından Haydar Paşa’nın bu bölgeye yaptırdığı kışladan aldı. 1594 tarihli kayıt defterlerinde, "Bağçe-i Haydar Paşa" adının geçmesi, ilk varsayımın daha doğru olduğunu göstermektedir.

Şöyle yüksekçe bir yere çıkıp, etrafa göz atacak olursanız, Kadıköyü tarafında bina yığınından başka bir şey göremezsiniz. Sol taraf, yani Üsküdar istikameti ise nispeten daha yeşilliktir. Bugünkü manzaraya bakıp, geçmiş zamanları hayal etmek oldukça zordur. 19. yüzyıla kadar Haydarpaşa semtinin, Acıbadem ve Hasanpaşa’ya kadar uzanan geniş bir çayırlık olduğuna inanmanın oldukça zorlaştığını biliyorum. Fenerbahçe’ye kadar bağ ve bahçelerle kaplı Kadıköyü ile birlikte Haydarpaşa Çayırı, kent çevresindeki önemli mesire yerlerinden biriydi. Aynı zamanda ordu ve saray atları burada beslenir ve talim yaparlardı.

Bahar aylarında bu çayır bir şenlik yerine dönerdi. Bu dönemde saray atları çayıra çıkarılırdı. Yapılan törenlerde, sorguçlarla süslenmiş atlar padişahın önünden sırayla geçerlerdi. Geceleri ise meşaleler yakılır, türlü eğlenceler tertip edilir, çayıra kurulan çadırlarda sabahlanırdı. Haydarpaşa Çayırı’ndaki eğlenceler, erkek erkeğe yapılan eğlencelerdi. O kaba kahkahaların arasında kadın sesi duymak olanaksızdı. Tabii sarhoş narası da!..

ÇAYIRIN SON GÜNLERİ

Bölge III. Selim döneminde (1789-1807), padişahın emriyle yerleşime açıldı. İlk olarak bir çeşme, sonra birkaç sokak oluşturuldu. Ama bölgenin çok uzak olması, ulaşımın zorluğu yüzünden halk Haydarpaşa’ya pek rağbet etmiyordu. 1873 yılında yapılan İstanbul-İzmit demiryolu, çayırın o güzelim görüntüsünü bozsa da çevreye bir hareketlilik getirdi. Çayırın kuzeyine küçük bir gar yapıldı, gardan sonra da, şimdiki İbrahimağa Mahallesi’ne doğru Bağdat ve Anfora adında iki otel açıldı. Demiryoluyla birlikte aslında çayırın ölüm emri de imzalanmış oldu. Yapılaşma hızlandı, çayır da aynı hızla küçülmeye başladı.

Tren yoluna paralel oluşan mahallelerin en ünlüsü "Paris Mahallesi" şenlikli bir mahalleydi. Kavgası, dövüşü hiç eksik olmazdı. Mahallenin en renkli sakinleri ise Kadıköyü genel evlerinde çalışan kadınlardı. Bu kadınlar, her perşembe Kadıköyü’ndeki belediye tabipliğine, zorunlu sağlık kontrolüne giderlerdi.

Zengin olanlar, faytonlara kurulur, beyaz şemsiyelerini açar, sağa sola laf ata ata ilerlerlerdi. Daha orta halliler, şık elbiseler içinde ikişerli, üçerli kafileler halinde yürürlerdi.

Esas şenlik daha yoksul kadınların gidişinde yaşanırdı. Üstleri başları perişan, ayaklarında takunyalarla sokakta yürüyen bu kadınlar, sağa sola sataşır, küfür eder, saç saça baş başa kavgaya tutuşurlardı. Çığlıklar tüm mahalleyi sarardı. Onun için perşembe günleri herkes işi gücü bırakıp, penceredeki yerlerini alırdı. İstanbul’un uzak semtlerinde oturanlar da, bu şamatayı izleyebilmek için buradaki tanıdıklarına yatıya gelirlerdi.

Bu gürültülü eğlence(!), bir gece kadınların zil zurna olup, trenleri taşlamalarına, vagonların camlarını kırmalarına kadar sürdü. Bu olaydan sonra tüm genelev kadınları Paris Mahallesi’nden sürüldü. Ondan sonra da bu mahalle diğerleri gibi renksiz ve neşesiz kaldı.

İLK ALMAN SERMAYESİ

Çayırın geçmişinin özet anlatımı böyle, gelelim Haydarpaşa Garı’nın öyküsüne; imparatorluğun demiryolları sayesinde modernleşeceğine inanan II. Abdülhamid, Bağdat’a kadar uzanacak demiryolu ağı için düğmeye bastığında tarih 1898 yılını gösteriyordu. Bu projeyle birlikte ilk Alman sermayesi de ülkeye girmiş oldu. Çünkü demiryolu için gerekli parayı Alman Deutsche Bank sağlıyordu. Böylesine muhteşem demiryolunun başlangıç noktasına, yine görkemli bir gar binası gerekiyordu. Bu bina aynı zamanda Osmanlı-Alman ittifakının bir simgesi olmalıydı.

Otto Rütter ve Helmuth Cuno adlı mimarların hazırladığı projenin temeli 30 Mayıs 1906’da atıldı. Her biri 21 metre uzunluğundaki 1100 ahşap kazık, gürültüleriyle günlerce bütün İstanbul’u inleten buharlı şahmeranlarla denize çakıldı. Bu kazıkların üstüne, Hereke’den getirilen açık pembe granit taşlarıyla temel döşendi. Bina bu kazıklı temelin üstünde yükseldi. Dış cephede, Bilecik’in Osmaneli kasabasından getirtilen açık nefti renkli yumuşak taşlar kullanıldı. Alman mimarlar, ince işler için İtalya’dan ustalar getirdiler.

Klasik Alman mimarisini yansıtan bina, 19 Ağustos 1908 tarihinde bitti. O tarihten itibaren Haydarpaşa Garı, çok renkli müşterilerin uğrak yeri oldu. Maceraperestler, gezginler, kaşifler, görevliler, servet peşinde koşturanlar, casuslar, askerler, hacca gitmek isteyen Museviler ve Müslümanlar, garın peronları arasında mekik dokudular.

KAÇAN TRENLER

Gar o gün bugündür anıları biriktiriyor. Kimi, İstanbul’u ilk kez onun kapısından görüyor, kimi sevgilisine onun peronlarında kavuşuyor, kimi ayrılıyor, kimi, dökülen gözyaşları, sallanan ellerin eşliğinde uzaklara doğru yola çıkıyor. Geçenlerde anılarımı tazelemek için gar binasını yeniden ziyaret ettim. Her şey yerli yerindeydi. Banliyö yolcularına tren kaçırtan restoran da. Seyrek yaptığım yolculuklarda, vagona binmeden önce bir-iki tek atmak için mutlaka bu restorana otururdum. Çevre masalarda, vapurdan çıkıp, tren saatine kadar bir bardak içki içmek isteyen banliyö yolcuları olurdu. Öylesine koyu bir sohbete dalarlardı ki, genellikle binmek istedikleri treni kaçırır, bir sonraki sefere kalırlardı. Garsonlara sordum, hálá treni kaçıran banliyö müşterileri varmış.

Hem Haydarpaşa semti, hem gar binası için anlatılacak daha çok detay var. Ama yerimiz bu kadar. Yeniden buraların geleceğine dönersek, bu sahilde yükselecek cam-çelik karışımı çok katlı binalar, karşı sahilde İstanbul’un siluetini oluşturan Topkapı Sarayı, Ayasofya, Sultanahmet Camii ile tezat oluşturacak. Tarihi gar binası yerinde kalsa da, bu modern devlerin arasında görünmez olacak. Trenler gelmeyince anılar da kaçıp gidecek. Siz siz olun gar ruhunu teslim etmeden, garı ve çevresini bir kez daha gezin, ona saygılarınızı sunun.

BİR ÖNERİ

Gar binası 19 Ağustos 2008’de 100. yaş gününü sanırım kutlayamayacak. Bu nedenle, 19 Ağustos’ta garın etrafında toplanıp, onun 98. ve belki de son yaş gününü kutlamaya (şenliklerle) ne dersiniz? Projeye karşı olanlar, bu şenlik sayesinde belki de seslerini duyurma olanağını bulurlar.
Yazarın Tüm Yazıları