Zamanım daralıyor bu yaştan sonra en fazla 4 tane gazete çıkarabilirim!

O benim 2. patronum. Bu gazetenin kapısından, birlikte girdik. Zamanına göre büyük sayılabilecek bir transfer operasyonunun sonucunda.

Daha doğrusu, patron transfer oldu, biz de peşinden gittik. Tam 14 yıl önce. Gördüğünüz gibi ben hálá aynı yerdeyim. O ise... Kurduğu 4 tane gazete ve 30 dergiden 24’ünü filan da bu arada yarattı. Aradan çıkarttı. Kimseyi boşuna patron ya da yönetici yapmıyorlar yani. İşte onlardan biri olarak, Mehmet Yılmaz’ın en önemli özelliklerinden biri, genç insanlara olanak tanımasıdır. Bu gün bu işleri yapabiliyorsam, bana inandığı için ve verdiği destek sayesindedir. İnkar edemem. Etmem de zaten, niye edeceğim? Ben onu hep sevdim. Hálá da seviyorum. Bir de iyi röportaj veriyor. Kasmıyor kendini, normal insanların kaçınacakları, imtina edecekleri şeyleri çekinmeden söylüyor. Özelliklerinden biri de bu. Lafını esirgememesi. Artık o da yeni bir hayata başladı. Milliyet’in Yayın Yönetmeni’yken tekrar Hürriyet’e geldi, şimdi hem yazar hem de Dergi Grubu’nun Ceo’su. Bu, kendisiyle yaptığım ikinci röportaj. Sorularıma açık yüreklilikle cevap verdiği için kendisine teşekkür ediyorum./images/100/0x0/55eb39d4f018fbb8f8b38cdb

Basın mesleğinde deplasman faaliyetleri en merakla izlenen gazetecilerden birisiniz. Bu, "son liman" mı? Artık demir attınız mı?

- Bir gazetecinin oturduğu koltukta yıllanmasını doğru bulmadım hiçbir zaman. Ben isteseydim, ilk gün oturduğum koltuktan da emekli olabilirdim. Çünkü patronlarımla hiçbir zaman sorunum olmadı. Ama bu bana, "Bağladığı yerde otluyor" sözünü çağrıştırıyor. 50 yaşına yeni girdim. Bu, önümde istediğim her şeyi yapabileceğim uzun bir zaman olduğunu gösteriyor. Bunu tabii, normal ortalama ömür beklentisiyle söylüyorum, yarın ne olacağını bildiğimden değil. Dolayısıyla, "Artık demir attım" diyemem. Zaten, "demir atıp, kalmam" yine ortalama ömür beklentisiyle bir 10-15 yıl bu koltukta oturacağım anlamına gelir ki, bu da birlikte çalıştığım arkadaşlarıma haksızlık olur. Benden daha genç, çok sayıda kaliteli gazeteciyle birlikte çalışıyorum ve günü geldiğinde bu koltuktan kalkmazsam onların yollarını tıkamış olurum...

Yani aynı gazetede uzun süre çalışanlar, gençlerin önünü tıkıyorlar...

- E tabii. Her gün, "Zamanında çekilmeyi bilmiyorlar" diye Demirel’i, Ecevit’i, başka siyasetçileri suçlayanlar, milli takımın, siyasetin, her şeyin gençleşmesini savunanlar... Aynı yerleri işgal etmeye devam ederek, ne yapıyorlar sence?

Peki, sizden biraz da deplasman tüyoları da alalım: Deplasman, faydalı hareket midir, zorunlu mudur? Siz, mecbur kaldığınız için mi, yoksa daha iyi imkanlarda çalışmak için mi transfer oluyorsunuz?

- Hem faydalı, hem zorunludur. Hem de maddi olanaklarının artmasını sağlar. Bazen kendini aşmak, içinde bulunduğun sıkıntılardan kurtulmak için, zorunlu olarak bu değişikliği yapman gerekir. Ama bu değişiklikler faydalıdır da. Yeter ki patronlar sende bir değer olduğunu düşünsünler. Yeter ki, mesleki geçmişin bu düşünceyi haklı kılacak değerde olsun. Ama tabii bunun insan için zorlukları da vardır. Yeni bir iş ortamı, yeni patron, yeni çalışma arkadaşları. Uyum gösterme yeteneğin yoksa, neye uğradığını şaşırır, "Ben ne yaptım?" diye dizlerini döversin.

Sizin bu meslekteki özelliklerinizden biri "kurucu" olmanız. Aktüel, Tempo, Blue Jean, Auto Show -atlamış olabilirim düzeltin lütfen- Spor Gazetesi, Fanatik, Radikal, Posta... Bütün bunların hepsi, sizin Türk basınınıza kazandırdığınız yayınlar. Bu, sizde nasıl bir duygu uyandırıyor? Çocuklarınız gibi gurur mu duyuyorsunuz, yoksa "Onlar kazanılmış zaferler, biz önümüzdeki maçlara bakıyoruz" mu diyorsunuz?

- Doğrusunu istersen, hepsini sayamıyorum artık, "30’a yakın dergi, 4 gazete" deyip geçiyorum. Bu şahane bir duygu benim için. Hepsinin birinci sayılarında Genel Yayın Müdürü diye benim adım yazılı. Dünya durdukça da değişmeyecek ve araştırmacılar "1980’lerin ikinci yarısında Mehmet Y. Yılmaz diye bir adam ortaya çıktı. 20 yıl içinde çıkarmadığı yayın kalmadı" diye yazacaklar. Bu duygu hoşuma gidiyor. Ama "Artık unumu eledim, eleği duvara astım" diye düşünmeme de neden olmuyor. Aklımda sürekli yeni bir şeyler yayımlamak var ve ne yazık ki zamanım giderek daralıyor. Düşünsene, bu yaştan sonra daha en çok 4 tane gazete çıkarabilirim!

Peki bu gerçeklik, sizi eleştirdiklerinde, sizin başvurduğunuz savunma mekanizmalarından biri mi: "Bana kızıyorlar ama ben şunları şunları yarattım. Sattırdım ve hayatta kalmalarını sağladım..." Yoksa, onlara sığınmayı zül mü sayarsınız?

- Bizim basın dünyasında insanların çoğu balık hafızalıdır. Çabuk unuturlar. Unuttuklarının hatırlatılmasından da hazzetmezler. Özellikle bazı patronlar ve senin elinden tutup bir yerlere getirdiğin insanların çoğu böyledir. Bu nedenle eleştirilere, eski işlerimi göstererek yanıt vermem. Eleştiriden hoşlanırım, kendi göremediklerimi görmemi sağlar. Bazen kızarım ama unutma ki, her eleştiri bir algının sonucudur ve algıları değiştirmek için hep yeni yanıtlar bulman gerekir.

Hiç aralarında kapanan yayın oldu mu? İş kazası...

- Olmaz mı? Onları kimse hatırlamadığı için şanslıyım, dedim ya balık hafızalıyız. İş kazası denemez ama... Yanlış tercihlerden ve kendine aşırı güvenden kaynaklanan hatalı kararlardır bunlar. Ve hepsi de benim hatamdır, kimseyi suçlayamam.

Bu kadar çok şeyi kurduktan sonra, Türkiye’nin ilk 3 gazetesinden birinin yayın yönetmenliği size ödül olarak mı verildi?

- Sanırım öyle oldu. Ama tabii şu da var: Büyük gazetelerde genel yayın müdürlüğü yapmak kolay değildir. Tecrübe ve bilgi gerekir ki, bende fazlasıyla mevcuttu...

Siz, Milliyet’in Yayın Yönetmeni olduğunuz dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz? Başarılı oldunuz mu, hatalarınız var mı?

- Genel olarak başarılı olduğumu düşünüyorum. İnsanların okurken sıkıldıkları ve satışı son derece düşmüş bir gazeteyi, okunabilir, "İçinde ne yazıyor acaba?" diye sayfaları çevrilebilir ve satılır bir hale getirdiğime inanıyorum. Benim dönemimdeki tirajlar da, reklam gelirleri de bunu gösteriyor. Ama hatalarım da oldu elbette. Hata yapmayanlar sadece ölülerdir, çünkü onlar hiçbir şey yapmazlar! En büyük başarım, Milliyet’in yeniden büyük gazete olarak anılmasını sağlamaksa, en büyük hatam da, bazen haberlerin heyecanına kendimi çok kaptırmış olmamdır...

Gazeteyi gençleştirme harekatının, tiraj olarak işe yarayıp, yaramadığı hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Tiraj olarak işe yaradı, çünkü her sayfası 2 tane köşe yazısıyla kapanmış bir gazeteden, içinde haber olan bir gazeteye geçmemizi sağladı. Ekonomik olarak da işe yaradı sayfa sayısını azaltarak, gazetenin daha kompakt olmasını sağlayabildim.

Bir sürü "düşmanlığı" göze aldınız, bir sürü insanı işten attınız. Muhasebe yaptığınızda durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Yani iyi mi oldu!

- "Bir sürü" demeyelim, saygısızlık olur o arkadaşlarımıza. Ama o dönemde o arkadaşları işten çıkarmasaydım, mesleğine yeni başlamış, gerçekten pırıltılı olan genç gazetecileri işten çıkarmam gerekirdi... Bu açıdan doğru yaptığımı düşünüyorum.

Bu işlerde, vicdana ne kadar hak tanıyabilirsiniz?

- Eğer gazete yöneticisiysen, gazetenin yaşaması ile yaşamaması arasında bir tercih yapman gerekiyorsa, yeterli ekonomik olanaklara sahip olan gazeteciler ve olmayan gazeteciler arasında bir seçim yapman gerekiyorsa vicdani bir sorun olmaz.

Ne kadarı üst taleptir, ne kadarı insanın aklı, mantığıdır...

- Kararlarımı kendim veririm. Aydın Bey ile böyle anlaşmıştık ve hiçbir kararıma müdahale etmedi. Birçok kişi aksini düşünebilir, "Patronu emretti, yaptı" diyebilir ama Aydın Bey’e haksızlık olur. Bunun arkasına saklanmam. Ben gazeteyi yönetiyorsam, kararı da ben veririm.

"Milliyet’ten nasıl ayrıldım" kitapları yazıldı, bunlar sizde nasıl bir etki yaratıyor?

- "Nasıl ayrıldım?" değil, "Nasıl kovuldum?" kitapları ve köşe yazıları yazıldı. Kovan bendim, yayınlayan da benim çalıştığım grubun yayınevi. Bu durum bende gülme etkisi yaratıyor sadece. Bir gazetecinin ömrünün sonuna kadar aynı gazetede çalışması gerektiğine ilişkin bir kural var da ben mi duymadım diye merakımı mucip oluyor!

Peki siz Milliyet’ten neden ayrıldınız?

- En kısa ve öz yanıtım şu: Benim kafamdaki Milliyet ile gazetenin sahibinin kafasındaki Milliyet’in aynı şey olmadığını fark ettik!

Bunu fark etmeniz için 4.5 yılın mı geçmesi gerekti?

- Böyle bakarsan, Milliyet tarihinin en uzun süre görev yapan 3 Genel Yayın Müdürü’nden biriyim. Abdi İpekçi, Doğan Heper ve ben. Demek ki değişen Türkiye koşulları, patron ile benim aramdaki "iyi gazete" tanımında zaman içinde farklılıklar oluşmasına yol açmış.

ESKİ GENEL YAYIN MÜDÜRLERİ KIRPILIP YAZAR YAPILDIKLARI İÇİN KÖŞE YAZARI OLDUM

Yazar olmaya nasıl karar verdiniz?

- Yazar olma kararını ben vermedim. Gazetenin sahibi, yönettiğim gazeteyi başkasının daha iyi yöneteceğine karar verdi. Eski genel yayın müdürleri de, kırpılıp yazar yapıldıkları için, köşe yazarı oldum. Ama tabii şunu unutma: Benim mesleğim gazetecilik. Genel yayın müdürlüğü değil. O bir profesyonel pozisyon sadece. "Asıl işime döndüm" diyelim, daha doğru. İleride bakarsın muhabirliğe de dönerim, seninle rakip oluruz!

Yazı yazarak elde edilen iktidarla, genel yayın müdürü olarak elde edilen iktidar arasında ne fark var? Hangisi daha güçlü?

- Genel yayın müdürü, gazetedeki gerçek iktidarın sahibidir. Çoğu zaman patrondan bile daha fazla iktidar sahibidir. Zaten Aydın Bey de bazı konularda tartıştığımız zaman "Ben de genel yayın müdürü olmak istiyorum" derdi. Ben de ona "Yerlerimizi hemen değiştirelim o zaman" diye yanıt verirdim ama ne yazık ki bunu hiç kabul etmedi!

Genel yayın müdürü, köşe yazarını kovabilir. Peki köşe yazarının, yazılarla alacağı intikam bir genel yayın müdürüne nasıl bir zarar verir?

- Yazılar, intikam duygularıyla yazılmaz. Yazılmamalı. Yazılırsa da genel yayın müdürü o yazıyı koymamalı...

YARIN: POKER FACE OLMAM BENİM SUÇUM DEĞİL ÖYLE DOĞMUŞUM
Yazarın Tüm Yazıları