Devlet para koyarsa ben bankadan giderim

SON iki yılda Bankalar Kanunu'nda köklü değişiklikler yapılırken, işi bilenler sık sık uyardı:

‘‘Dikkat edin, düpedüz tepki kanunu çıkarıyorsunuz. Kuralları koyun, denetleyin, soygun yaptırmayın, ama bütün bankaları da boğmaya kalkmayın.’’

Bir bankacı uyarıları daha da veciz hale getirdi:

‘‘Başı ağrıyanı mezara gömmeyin...’’

Derken 2001 sonunda Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'nun el koyduğu banka sayısı 19'u, bunlarda batan para da 19-20 milyar doları buldu...

Başta Devlet Bakanı Kemal Derviş olmak üzere, ekonominin dümenindeki ekip şapkayı önlerine koyup kararı verdi:

‘‘En iyisi artık Fon'a banka almamaya çalışalım. En azından niyeti kötü olmayan bankaları yaşatmak için 7 yıl vadeli devlet tahviliyle sermaye benzeri borç verelim. Borcunu süresinde ödeyen yoluna devam eder. Ödemeyen bankanın hisselerinin alacağıma denk düşen bölümüne sahip oluruz.’’

Peki burada banka seçimi nasıl yapılacak?

Dümendekilerden biri, ‘‘Batınca tüm ekonomiyi sarsıcı etki yapabilecek bankaları dikkate alalım. Yani, sayıları üç-beşi geçmesin’’ dedi.

Sonra, ‘‘Aktif büyüklüğü sektörün yüzde 2'si ve üzerindeki bankalardan başı sıkışanları kurtaralım’’ noktasına gelindi.

Bir grubun bankasının yüzde 1.1 düzeyinde olduğu dikkate alınıp önerge verildi: ‘‘Sektördeki payı yüzde 1'in üzerinde olup, sermaye yeterlilik rasyosu alt sınır yüzde 8'i tutmayanı devlet tahviliyle güçlendirelim.’’

SAT, SERMAYE YAP

Arkasından tartışma koptu...

‘‘Halkın parasıyla banka mı kurtarılacak?’’

‘‘Devlet bankalara kaynak verecekse hemen ortak olsun...’’

‘‘Bugüne kadar el konulanlar için haksızlık değil mi?’’

Durumu netleştirmek için bilgisine saygı duyduğum ve çok güvendiğim bir bankacı dostumla konuştum. İlk sözü benim için çarpıcı oldu:

‘‘Devletin sermaye koyduğu bir bankada ben yönetici olarak durmam.’’

Sözünü biraz daha açtı: ‘‘Bankaların iştirakleri, varlıkları var. Eğer sermayesini güçlendirmeye ihtiyacı varsa, bunları satmayı deneyip güçlenmeli. Olmazsa, o zaman devlet desteği düşünülmeli. İştirakler orada duracak, patron gidip ‘Bankamın sermayesi zayıfladı. Bana destek olun' diyecek. Devlet de tahville onu destekleyecek. Olmaz öyle şey.’’

Arkasından bankacılıkta iki yıldır yaşananları üç döneme ayırdı:

Bankalara el koy, patronlarını, yöneticilerini DGM’lik yap, hapse at.

Bankalara el koy, patronlarını, yöneticilerini hapse atma.

Şimdi de bankalara el koyma, zordakileri devlet tahviliyle yaşat.

Peki ne yapmak gerekiyor? Ona da yanıtı şöyle:

‘‘Enflasyonist ortamda yüzde 8'lik sermaye rasyosu sınırı çok katı. Gevşetmek lazım. Bu sınır, enflasyonun yüksek olmadığı ortamlarda geçerlidir. Bu, bankaları zorlar. Devlet bankacılık sektörünü rehabilite etsin. Ama şaibeler yaratacak şekilde kaynak aktarmasın.’’

Görünen o ki, herkesin bu konuda kuşkuları, itirazları var...

Yol yakınken dönüp, doğru yolu bulmak en iyisi...

Yıl bitti biz eridik

2001, Türkiye'nin üstünden silindir gibi geçti...

Dalga vurdu, milli gelir 200 milyar dolardan 140-150 milyar dolara indi.

Kişi başına yıllık gelirimiz 1083'er dolar azaldı.

Cebimizdeki paranın alım gücü üçte bire düştü.

Çoğu kalifiye 1.5 milyon kişi daha işsizler ordusuna katıldı.

Koç'un, Sabancı'nın, kısacası tüm işadamlarının varlıkları yarıya indi.

Esnaf kepenk indirdi, fabrikaların üretim hatları durdu.

Geldik 2002'ye...

IMF'nin 16.4 milyar dolarlık yeni stand-by'a sıcak bakıyor. ABD, Avrupa Birliği Türkiye'ye desteği kesmiyor. Hükümet, Meclis hızla çalışıyor.

Bunlar yeni yıl için umut veriyor...

Kriz, hormonlu büyümeyi, şımarık tüketimi aldı götürdü...

Ama, başta devletteki şişkinlik olmak üzere süren hovardalıklar var.

İşe sıkı sarılalım, hovardalığı bırakalım, bizi eriten krizi bitirelim.

İyi yıllar...
Yazarın Tüm Yazıları