Geçiyor...

Güncelleme Tarihi:

Geçiyor...
Oluşturulma Tarihi: Haziran 07, 2006 15:01

Madem ki yolsuz kalan Yahudi misali eski defterleriz karıştırıyoruz bir iki gündür...

*

Bana “İşim uzun sürmez” demişti, 35 sene olacak!..

Benim küçük arkadaşım Deniz'in babası, e-dostum Rasim Duran'dan bir e-posta gelmişti. Saklamıştım. Tekrar okurken dedemi özledim birden. “İşim uzun sürmez” demişti bana, 34 sene oldu. Dönmedi.

*

Merhaba Serdar Bey, 20 yıl kadar önceydi, daha yeni evliydik eşimle.

Sonbaharda, bir pazar günü, içinde bulunduğumuz halk otobüsü, Haliç Köprüsü'nün orta yerinde trafik sıkışıklığı nedeniyle durunca, zaten açık olan ön kapıdan içeri biri seslendi:

“Ehliyeti olan var mı otobüste? Yol kenarında bir araba var, içinde de yaşlı bir adam, fenalaşmış, hastaneye götürmek gerekiyor.”

Sonradan eşimle baldızım anlattılar, ok gibi fırlamışım yerimden, “Benim ehliyetim var, ben onu hastaneye götürürüm” diye.

Yol kenarında eski bir VW araba, direksiyonda bir adam, başı düşmüş.

Kapıyı açtım, direksiyondaki adamı yan tarafa geçirdikten sonra yerine geçtim. Gaza, kornaya basıyorum, trafiktekiler yol veriyorlar ama garip araba en fazla 60 yapıyor. Bir yandan da adamla konuşuyorum, “Birazcık daha dayan amca” diyorum, "hastahaneye az kaldı, seni orada iyileştiriler!"

Adam birşeyler söylemeye çalışıyor, anlamıyorum. Köprüyü geçtik, Vatan Caddesi'ne döndük, zamanla yarışıyorum, gaza sonuna kadar basıyorum, ama dedim ya meret gitmiyor bir türlü.

Bir yandan da: "Az kaldı amca, az kaldı şu köşeyi de döndük mü hastahaneye geldik..." diyorum.

Vatan Caddesi'nden, hastahaneye (eskiden gazino vardi orada) dönerken, amcanın başı omuzuma düşüverdi. Ölüverdi yanımda... İnanamadım, perişan oldum ama hâlâ konuşmaya devam ediyorum onunla...

Üç beş dakika sonra, amcanın başı omzumda, hastaneye geldik. Arabayı acilin kapısına çektim, “Yardım edin, bu amca fenalık geçirmis, ölüyor” diye bağırdım.

Birileri geldi, amcayı sedyeye koyup içeri aldılar.

Amcayı yatırdılar acil odasına, vücuduna bir sürü kablo bağladılar, “Kalp krizi geçirmiş” dediler. Elektrik şoku vermeye başladılar.

Herhalde 15-20 dakika uğraştılar, amcayı ısrarla hayata döndürmeye çalışıyorlar. Her elektroşokta vücudu yataktan zıplıyor, sonra yine hareketsiz düşüyor.

Derken başka bir doktor geldi acil odasına, diğerleriyle konuştu, “Daha fazla uğraşmayın” dedi, “ölmüş bu, iş bitmiş...”

Koridora çıktım, hüngür hüngür ağlıyorum. Tanık olduğum ilk ölüm...

Biraz sonra doktorla polis geldi yanıma. Sorgu sual başladı.

“Kimmiş bu adam, neyim oluyormuş, niye ben getirmişim, arabasında bir hasar var mıymış, büyük sorumluluk almışım, başım belaya girermiş, iyi ki geldiğinde ölü değilmiş, yoksa hastane de almazmış...”

Bir sürü soru, bir sürü yorum...

Amcanın adının Nuri, yaşının 78 olduğunu üzerinden çıkan kimlikten öğrendik. Vatan Hastanesi'nde doktor olarak çalıştığını, Ataköy'de oturduğunu da öğrendik. Bir sürü telefondan sonra bir yeğenine ulaşabildi polis.

Epey sonra eşimle baldızım geldiler, bir sürü hastane gezmişler beni bulana kadar.

İfade faslı bitince hastaneden ayrıldık. Gitmeden önce polislere “Lütfen adresimi, telefonumu yakınlarına verin, belki merak ederler, öğrenmek isterler, nasıl oldu, neler oldu diye...”

O gün bugündür, aradan 20 sene geçti, arayan soran olmadı, demek ki hiç merak etmemişler.

Sadece bir gazetenin ölüm ilanları köşesinde iki satır bir şey çıktı ertesi günü. Onu da son çalıştığı hastane vermişti.

Çok düşündüm sonradan, o zamana kadar inanılmaz bir hırsla geçen yaşantımı düşündüm, sorguladım durdum. Aklım başıma geldi, herşeyin, hele hele birey olarak kendimizin hiç de önemli olmadığımızı öğrendim.

Rahmetli Nuri Bey Amca, koskoca doktor ve cebinden, o zamanın parasıyla, 100 bin lira çıkan Nuri Amca, hiç tanımadığı, daha önce hiç görmediği bir yabancının omzunda verdi son nefesini.

Kimbilir ne beklentileri, ne umutları vardı!

Kimbilir ne hırsları, ne ihtirasları...

Kim bilir neler yaşamıştı ve geleceğe dair ne hesapları, ne hayalleri vardı.

Ama eminin ölümünün böyle olacağını hiç düşünmemişti...

*

Rasim Bey dostumun yukarıdaki hatırasını okurken, dedim ya, dedemi özledim birden.

Murat Dedem ben daha beş yaşındayken vefat etti, onu çok az tanıdım. Yeşilköy'deki evimizin bahçe kapısından girdiğimde, bir tuhaflık sezdim, kapının önünde büyük bir çelenk duruyordu, tanımadığım insanlar telaşlı geziyordu ortalıkta. Dedemin yatak odasına koştum hemen. Bomboştu. Mobilyalar bile kaldırılmıştı. (Yoksa ben çocuk, dedemin boşluğunu gözümde mi büyüttüm?) Ölümün hiçlik olduğunu o gün anladım. Beyaz pos bıyıklı, kocaman yanaklı Dokdok dedem, inanılır gibi değil ama, “yok” olmuştu.

Ruhi Dedem'in bir Vosvos'u vardı. Emekliliğinde almış, pek de heves etmişti. Sıcak bir haziran günü, bizi görmeye Levent'e gelmişlerdi, babanemle. Dedem, arabayı Oto Sanayi'ye götürecekti, “Ben de geleyim” dedim, “Sıkılırsın oğlum, benim işim uzun sürmez...” dedi. Kapıdan ben geçirdim dedemi, (11 yaşında bir çocuktum) Vosvos'a bindi, Volkswagen'lere has o gürültüyle uzaklaştı, aynadan benim baktığımı görünce eliyle bir veda işareti yaptı. Gitti.

Tamircide kalp krizi geçirmiş, ustalardan biri dedemi Vosvos'uyla Şişli Etfal'a yetiştirmeye çalışmış, vardıklarında dedem çoktan vefat etmişmiş.

Rasim Bey dostumun Nuri Bey Amca'sının acı sonunu okurken, dedemi özledim.

“İşim uzun sürmez” demişti bana, 34 sene olacak. Dönmedi.

(Hürriyetim, 11 Kasım 2003)

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!