Gözleri aydın ektiklerini biçiyorlar

DÜNKÜ Danıştay baskınıyla ülkemizde bize yaşatılan rezaletin, iğrençliğin, utanmazlığın doruk noktasına ulaştık.

Danıştay 2. Dairesi geçtiğimiz şubat ayında bir türban kararı vermişti. O karar sonrasında Başkan Mustafa Birden ve üyeler resmen hedef gösterilmişti. Şimdi burada 14 şubat 2006 tarihli yazımı size aynen iletiyorum. Dünkü baskın olayının içyüzünü üç ay önceki yazımda göreceksiniz. Lütfen çok dikkatle okuyunuz:

"AÇIKÇA HEDEF GÖSTERİYORLAR

Danıştay’ın verdiği son türban kararı sonrasında yüz kızartıcı gelişmeler yaşıyoruz.
Din ve türban sömürüsü yine ağızlara sakız oldu. İstanbul’da Vakit adıyla çıkarılan şeriatçı gazetenin dünkü birinci sayfasında 9 sütuna kocaman bir manşet atılmıştı:

’İŞTE O ÜYELER


Başlığın hemen altında, başta 2. Daire Başkanı Mustafa Birden olmak üzere Danıştay’ın bu kararına imza atan 5 üyenin de kocaman fotoğrafları vardı. Vakit Gazetesi, Danıştay üyelerini açıkça hedef gösteriyordu.

Bundan önce başka kişileri de böyle fotoğraflarını yayınlayarak hedef göstermiş, bunlardan bazıları -Gümüşhane Barosu Başkanı Ali Günday gibi- öldürülmüştü.

Türkiye’de bugüne kadar milyonlarca mahkeme kararı verildi. Hangisinde bütün heyetin böyle tek tek fotoğrafları yayınlandı, böylesine hedef gösterildi?

Bu nasıl bir rezalettir? Bu hákimlerin can güvenliğini bundan sonra kim koruyacaktır?

Peki bu rezalete kimler yol veriyor? Danıştay kararı açıklandıktan sonra Recep Tayyip Erdoğan dahil neredeyse bütün bakanlar uluorta konuştular, kararı eleştirdiler.

Bir ’Adalet Bakanı’ düşünün ki, işine gelince ’Yargı bağımsızdır, ben görüş bildiremem’ diye olanları örtbas etmeye kalkışır. Ama son Danıştay kararını, hem de idari yargının en üst düzeydeki kuruluşunun türban kararını açıkça eleştirmeye kalkışır!

Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin konuştu, eleştirdi. ’Milli’ Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik aynı şeyi yaptı.

Hepsi sıraya girmişti. Abdullah Gül durur mu, kervana o da katıldı:

’Bu anlayış diktatör rejimlerin felsefesidir.
Kaygıyla karşılıyorum. Hayretler içinde kaldık. Bunlar (bu mahkeme kararı) çok yanlış ve tehlikeli şeylerdir.’ Beyefendinin hangi sıfatıyla, hangi hukuk bilgisiyle konuştuğunu anlamak elbette mümkün olmadı!

Çırakları konuşur da Recep Tayyip Erdoğan durur mu! O da -bilinen üslubuyla- açtı ağzını, yumdu gözünü:
’Bu kararı kınıyorum.
Bu hiçbir hukuk anlayışı içinde tanımlanamaz.’ (Kendisi herhalde ’hukukçu’ (!) olduğu için bu konuları iyi biliyor. Hukukçuluğu, tahmin ediyorum ki bildiği İngilizce kadardır. Meclis albümüne kendisinin ’İngilizce bildiğini’ yazdırmış da!..)

Recep Tayyip Erdoğan daha sonra Danıştay’a hitaben sözlerini şöyle sürdürdü: ’Efendi, bu
(sıkmabaş kararı) senin işin değil, Diyanet’in işi.’

Birileri bunun üzerine kendisine şöyle seslenmeliydi: ’Efendi, hele sen bu konulardan hiç anlamazsın.
Bunlar senin değil, yargının işidir.’

Bir başbakan düşünün, yargıya, hem de ülkenin idari yargıdaki en üst düzey mahkemesine ’efendi’ diye hitap ediyor.
Aklınca Danıştay’ı aşağılamaya kalkışıyor.

Başbakan ve bakanları tek tek konuştu, bunlara destek veren şeriatçı medyada -gazete ve televizyonlarda- Danıştay’a en ağır hakaretler yağdırıldı ve son olarak dünkü (13 Şubat 2006 tarihli) Vakit Gazetesi’nde Danıştay 2. Dairesi’nin Başkan ve üyelerinin fotoğrafları tek tek, birinci sayfadan, manşetten yayınlandı.

Onlar açıkça hedef gösterildi.

Türkiye’nin ne durumlara geldiğinin, ne durumlara düşürüldüğünün somut örneklerine bir kez daha tanık olduk."

Evet, 14 Şubat 2006 tarihli yazımda aynen böyle yazmıştım. Yazdıklarım aynen gerçekleşti.

Sonuç ortada!

AKP iktidarı
Türkiye’nin gündemini sürekli olarak sıkmabaşla gerdi... Çünkü elindeki tek seçim malzemesi o kaldı. Önceki gün TBMM’de AKP Grup toplantısına bile 150’den fazla üniformalı sıkmabaş getirtip şarkı söylettiler. Böyle bir sahneye Meclis’i alet etmekten utanmadılar.

Danıştay bunların hedefi olmuştu. En başta Tayyip Erdoğan, hemen hepsi -her karardan sonra- Danıştay’ı eleştiriyordu. Abdullah Gül en sevdiği gazetenin Vakit olduğunu birkaç gün önce ilan etti.

* * *

Danıştay’ın o kararı neydi? Başbakan, hükümet üyeleri ve şeriatçı basın o kararı diline niçin dolamıştı?

Ankara’da devletin bir anaokulu müdürü okula sıkmabaşla gidip geliyor. Ankara Valiliği bu öğretmene uyarıda bulunuyor. İki kez disiplin cezası veriliyor. Sonunda Valilik, bu kişiyi görevden alıyor. Gerekçe: Anaokulu öğrencileri her türde yönlendirmeye açıktır, bu öğretmen kötü örnektir ve görevde kalamaz. Öğretmeni görevden alıp başka bir yere atayan İdare, yani Ankara Valiliği idi. Öğretmen Danıştay’da dava açtı, davası reddedildi. Gerekçe: "Okulun niteliği nedeniyle Valilik işlemi doğrudur." Çığırtkanlık yapıp saptırdıkları karar işte bu.

Bu karar bugüne kadar Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen tüm sıkmabaş kararlarıyla örtüşüyordu.

En başta Başbakan ve bazı hükümet üyeleri ve onları izleyen şeriatçı basın, kararı çarpıttı. Topluma "Danıştay sokakta bile türbanı yasakladı" biçiminde sundu... Ve Danıştay üç aydan beri sürekli hedef gösterildi.

Başbakan 5 Nisan günü "Açık konuşuyorum, Danıştay’da birçok engelle karşı karşıyayız" dedi.

Dün Danıştay basıldı. Cumhuriyet tarihinde böylesine yüz kızartıcı bir olay ilk kez yaşandı. Peki bundan sonra ne olacak?

Hiçbir şey! Dün saldırıyı hep birlikte kınadılar, lanetlediler!

Bizi yönetenler istifa etmeyip yerlerinde kalacak, yine pişkince demeçler verilecek, Vakit gazetesi ve benzerleri yayınlarını aynen sürdürecek. Bakalım bundan sonra sıra kime, kimlere gelecek.

Gözleri aydın! Ektiklerini biçiyorlar. Şimdi kına yaksınlar.
Yazarın Tüm Yazıları