Pırlanta alınır o değil mesele bana pırlanta kalpli biri lazım

Bana bir şey oldu. Bir süredir, başlayıp da dokunmadan sonuna kadar bitirebildiğim, Türkçe albüm kalmadı. Neden bilmiyorum, koyuyorum sıkılıyorum. Atla 2’ye, atla 3’e, atla 4’e. Nil’in albümü de ben tam bu ruh halindeyken hediye gibi geldi.

CD’yi müzik setine koydum, ilk şarkı "Pırlanta"ydı. O çalmaya, biz Alya’yla zıplamaya başladık. Sağ eller havaya/ pırlantalar buraya/ tek taşımı kendim aldım/ tek başıma kendim taktım/ girmesinler havaya. Nasıl çocuklar gibi eğleniyoruz, pardon o çocuk zaten. Nasıl gülüyoruz. Nasıl tadını çıkartıyoruz. Ama ben açıklama yapıyorum: "Benim tek taşımı baban aldı. Üstelik dizlerinin üzerine çöküp parmağıma taktı..." Yastıklar havada uçuşuyor. İnsanın kızıyla dans etmesi bir başka oluyor. İnsanın kızıyla nefes nefese kalması da bir hoş oluyor! Biraz biz yoruluyoruz biraz melodi değişiyor, Alya’yla ele ele tutuşup yere yatıyoruz. Tavana bakıyoruz. O anda CD’den yükselen bir melodi ikimizi yakalıyor, havaya giriyoruz. Alya’yı bilmiyorum ama bende ağlama isteği oluyor. İnsanın bir albümde 6 şarkıyı filan birden ilk dinleyişte sevmesi mümkün mü? Valla öyle oldu. Hemen mırıldanmaya başladım, o şarkıları içime aldım. Bazı şarkılarda hüzünlendim, hislendim. Keşfettim ki, bu yaz beklediğim bir kıpırtıydı Nil’in albümü. Hem Nil’e benziyordu hem benzemiyordu. İnsanın kalbine değiyordu. Büyümüş artık Nil. "Tek Taşımı Kendim Aldım"ın sadece bir zıplama albümü olduğunu zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Sadece orijinal sözlerin, kavramların albümü de değil. Bir şarap açayım da şu albümü dinleyeyim tarzı bir müzik. Ama Alya’yla şarap içemem. Sevgilim gelsin bari, onu bekleyeyim.

Bu albümü dinleyince Akdeniz’i özledim. Türkiye’de güneyde yazı özledim. Tebrik eder, öperim.

HAMİŞ: Parçalı bulutlu favori şarkımdır. Lütfen beyaz soğuk şarapla içiniz. Ben şu anda öyle yapıyorum. Sonra, Peri, Neyin Var Bugün, Sarhoş, Bu mudur ve Pırlanta. Ozan Çolakoğlu’nu da tebrik ederim.

Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

- Güneşli ama biraz sisli bir havada, kocaman bir otobanda hızla ilerliyorum gibi. Önümü çok net göremiyorum. Hayatımda en çok sorunun biriktiği zaman. Sorun değil, soru. "Lay lay lom" algılanmama rağmen içimde "Ay ay" sesi daha fazla. Yine de, kendime vermeye uğraştığım şekli beğenir bir durumdayım. Ara sıra tereddüde düşen, neşeli bir hal benimki...

Peki istediğiniz bu muydu?

- Evet, evet! Kendime dair hayalimdeki resim, tam da buydu. Bir reklamla hayata gelsem de, daha fazlasının içimde olduğunu göstermek istiyordum. Şarkı söylemek, insanları güldürmek, kim bilir belki de yeni kavramlar icat edip düşündürmek...

Çekirge bundan sonra nereye sıçrayacak!/images/100/0x0/55ea2842f018fbb8f86ebcf8

- Al sana bir soru daha! Pek çok insanda var bu: "Ah bir o yere varabilsem, her şey tamam olacak." Oraya varmak için bir güzel vaktini harcıyorsun, varıyorsun, bir de bakıyorsun, "Aaa orada bir şey yok." O an, orada yakalamayı umduğun şey, oradan kaçmış oluyor. Böylesi daha iyi belki. Hep daha güzeli için çalışıp durmak. Soyut konuşmaları bir tarafa bırakırsak, somut olarak da, havada duran ayağımı nereye koyacağımı henüz bilmiyorum...

Neden?

- Çünkü yine sorularla karşı karşıyayım. Kendimi alevlere atıp, bana inanan yurtdışı Sony yöneticilerini dinleyip, İngilizce albüm mü yapmalıyım? Yoksa, kendimi suya bırakıp sakinleşip, testosteron’umu düşürüp, ostrojen seviyemi yükseltmeye mi konsantre olmalıyım? Bilemiyorum.

Peki neyin peşinde olduğunuzu biliyor musunuz?

- Tabii. Önem sırasına göre şöyle sıralayabilirim mesela: Sevilmenin, sevmenin, hissetmenin, hissettirmenin, gelişmenin, öğrenmenin, öğretmenin. Hepsinin peşindeyim de, hepsi için peşlerinden koşma hızım farklı...

Şarkılarınızda ve yazılarınızda büyümeyi reddeden bir çocuk var. A) Bilinçli bir tavır mı? B) "Çok mutlu bir çocukluk geçirdim, onun keyfini çıkarıyorum" mu? C) Mutsuzluğun reddi mi? D) Teknik mi? E) İçinizden öyle geldiği için mi?

- F) Hepsi. Ama bu albümde biraz daha büyümüşüm gibi geliyor. Gerçi, büyümekle ilgili bir acelem, çocuk gibi durmakla ilgili bir rahatsızlığım yok. Bilinçli bir tavır da diyemem aslında. Mutlu bir çocukluk geçirdiğim doğru. Etrafımdaki birçok insan hálá bana çocukmuşum gibi davranıyor. Ben şöyle düşünüyorum: Bir iş yapıyorum, bir şeyler beceriyorum diye ciddileşmem ve kendime çekidüzen vermem gerekmiyor. Mutluyum ben kendimden. Sabah kalkınca, dün olan kötü bir şeyi unutmuş oluyorum. Yeni bir sayfa açıyorum. "Senin beynin de her şeyi resetleyip duruyor!" diye yakınan çok. Bendeki bu çocuk algılaması, bence enerji fazlalığından. Koşmayı yürüyerek gitmeye, bağırarak sarılmayı da kibarca teşekkür etmeye tercih ediyorum...

Sizi bu kadar farklı bir kız çocuğu yapan kim? Babanız mı?

- Bilmem ki. Babam, dünyadaki hiçbir babaya uzaktan yakından benzemez. Her gün en az 10 km. yürür. Hayatı tahlil eder. Şişli’de, Bebek’te kim, yıllardır nereye yürüyor bilir. Arada ayakkabısını değiştirmek için "pit"e girer gibi Nike’a girip eskilerini orada bırakıp, yenisiyle devam eder. Resmen lastik değiştiriyor! Sonra Starbucks’ta "latte"yi her seferinde başka isimle ister. Şarkıları ortaya bir çıksa, yemin ederim piyasaya can gelir. Ve bizi çok sever. Gün içinde arayıp "Mutlu musun?" diye sorar. "Bakkal Müslüm yavaş yavaş/ süpermarketlerle savaş" diye şarkı yazan birinin, benim gibi bir kızı oluyor. Aslında hiç şaşırtıcı değil...

Siz bir tür "şarkıcı filozof" musunuz? Öyle bir iddianız var mı?

- Var. Ama iddia değil mi? Popüler olmayan soruları, en pop şekilde sormak istiyorum. ’There is no liking without likeness.’ "Birbirine benzemeden sevmek olmaz" diye bir laf var. Ben, kafama takılanları zaten kafaya takmış olanlarla konuşabilirim bir tek.

Böyle bir misyonun var yani, genç kızlara yeni hedefler gösterme, yeni kavramlar, klişeler yaratma...

- Evet var. Şarkılarla bazen meraklısına hazır cevaplar da sunabiliyorum. Bazen konserlerde, "Bütün kızlar toplandık"tan önce, "Kızlaaaar!" diye bağırıyorum. Öyle bir ses geliyor ki, "Ayaklanın gidiyoruz" desem sanki gelecekler. Çok hoşuma gidiyor bu durum. Pırlanta’yı işte bu kızlara yaptım. Ama albümdeki diğer şarkılar sadece kadınlar için değil...

Bu yaz en çok "Pırlanta" konuşulacak ve dinlenecek galiba...

- Bütün bir albümü, bir tek şarkıyla özetlemeyelim lütfen! Şarkıların hepsiyle çok uğraştık. Pırlantayı sevmek, özellikle kadınsan zor değil. Basit bir melodisi, güçlü bir ritmi var...

Nereden geldi aklınıza bu şarkıyı yapmak?

- "Çocuk da yaparım kariyer de"yi yazarken aklıma gelmişti. Nakaratı 2 yıldır kafamda. Kadınsan, doğal olarak kadınca şarkılar da yazıyorsun. İki duruş var genellikle böyle şarkılarda: Biri, "Sen bana bunları bunları al, ondan sonra bakarız" duruşu; öteki "Ben her şeyimi kendim alırım, sen beni sev yeter..." duruşu. Ben bu ikinci okulun takipçisiyim!

Bir tür feminizm mi?

- Tam tersi. Oku, biz kadınlara döndüren, çuvaldızı kendimize batıran bir şarkı. Erkeklerden aşktan başka bir şey beklemeyen şarkı. Şarkıda bir şikayet yok. "Pırlanta alınır o değil mesele, bana pırlanta kalpli biri lazım..." diyor. Bin yıllardır süregelen ve tıkır tıkır işleyen, "Bütün kızlar güçlü erkeğe. Güçlü erkekler de güzel kızlara" çarkını bir şarkıyla değiştirecek değilim. Benim işim, çarka çomak sokan olmak. Evini, arabasını ve istediği ayakkabıyı alabilen bir kadının hayatındaki erkeğin değişen yeni rolü ne? Pırlantalar almak değil de ne... Bence, iyi bir aşık olmak, iyi bir baba olmak olabilir.

Peki istemez misin bir adam dizlerinin üzerine çöksün sana bir pırlanta yüzük versin...

- O sırada gözlerine bakıyor olurum, pırlantaya değil. Demek istediğim bu...

Bu pırlanta şarkısı bir göndermeymiş. Gerçek şuymuş, evlenmek istiyormuşsunuz, o yüzden bu şarkıyı yapmışsınız... Diyorlar... Cevabınız nedir?

- Evlenmek isteseydim, evlenirdim. Ben bu soruyu şimdilik pas geçiyorum. Korkuyorum. Bin bir çatallı soru gibi. Toparlamak için örgü bilmek lazım!

Güzellik iltifat getirir itibar değil

Güzellik kazanılan bir şey değil. Sana doğuştan verilmiş bir "bonus." Güzellik, iltifat getirir, itibar değil. İltifat da çok güzel ama yetmez. Hayatı yüzüne gözüne bulaştırmayacaksın. Benim zoru seçmemin, kulağımı öbür taraftan göstermemin nedeni, dikkati başka yere çekmeyi istememdir. Tartışmasız bir başarı, yok sayılamayacak derecede güçlü bir varoluş anlamına geliyor. Ben bunların peşindeyim. Bunu da küpüne zarar bir hırsla yapmıyorum. İşimi yapıp, susup bekliyorum.

SİNAN ÇETİN BANA KURUÇEŞME’DEKİ EVİ SAT!

Zengin değilim. Ama parayı mesele etmeyecek kadar param var. Tabii bunda yalıya, yata düşkün bir tip olmamamın da payı var. Telefonumu bile bozulmadan yenilemedim bugüne kadar. Küçük şeyler beni çok sevindirebiliyor. Biraz daha param olursa bir ’proje evi’ yapmak istiyorum. Çeşitli alanlarda bir şeyler üretmeye çalışan insanların, aslında bağımsız takıldıkları bir ev. Bir odadan makas sesi, bir odadan müzik sesi, bir odadan flaş sesi gelsin. Herkes birbirine sorsun. Bahçesinde havuzu da olsun. Zeytinyağlı yemekler pişsin. Öyle bir yer. Sinan Çetin bana Kuruçeşme’deki evi sat. Çok çalışır, biriktirir öderim söz!

KUŞE KAĞIDA BASILI HALİMİ SEVMİYORUM

Siz peri misiniz? Varsınız ama yoksunuz. Hayatın içinde, o kulüpte, bu kafede insan size rastlamıyor. Orda burada görülmüyorsunuz. Neden?

- Fobim var. Kendimin kuşe kağıda basılı halini sevmiyorum. Bir kız arkadaşımla bile olsam, Nil Karaibrahimgil olmak istemiyorum. Nil’im o sırada. Bir de kontrolü elden bırakmıyorum hiç. Hayatımda sarhoş olmadım. Ama Buz bardan gece çıkarken çekerlerse, altına sarhoş yazarlar. Bu albümde de sarhoş şarkısında şöyle bir laf var: "Yok sarhoş değilim, çok sıkıcıyım!" Gece gezmeyi sevmem. Evde ve sahnede kurtlarımı döküyorum. Dans dersi, şan dersi, gitar dersi alıyorum, pilates yapıyorum, pestilim çıkıyor.

Neden birileriyle anılmıyorsunuz?

- Kendimi biriyle anmadığım için!

Fazla aileci biri misiniz?

- Evet. Çok. Neredeyse, yapılması gereken her şeyi benim yerime seve seve yapmaya razı insanlarla çevriliyim. Sadece kendimle ilgilenmem için gereken bütün manevi konfor var.

Serdar’la ilişkiniz bitti mi? Ya da soruyu söyle sorabilirim: Devam eden bir ilişkiniz vardı. Bitti mi? Nasıl oluyor da özel hayatınızı bu kadar özel tutabiliyorsunuz?

- Tanımadığım bir sürü insanla, o kadar içli dışlı olmayı istemiyorum. Natalie Portman’ı, filmleri hariç hakkında bir şey bilmediğimiz için beğeniyorum. Konuşmazsan, duyulmuyor...

Bir sevgiliniz olduğunun bilinmesinin ne gibi bir sakıncası var?

- Yok. Sadece birinin sevgilisi olarak anılmamayı tercih ediyorum. Bunun altını çizmiyorum sadece. Çok merak eden iki dakika Google’dan araştırır. Ben şarkılarda ruhumun krokisini çıkarmışım. Sonra kalkıp, "Şundan bahsediyorum" demek istemiyorum.

Erkek kadın ilişkisinde içindençıkamadığınız, cevabını bulamadığınız birsoru var mı?

- Çok. Bir erkekle, karşılıklı çekim alanını kaybetmeden bir arada durma pozisyonu nedir bunu bulamadım. Ben biraz uzak durunca bunun olduğunu gördüm ama ya daha yakın durmak icap ederse?

Nasıl bir sevgilisiniz?

- Eğlenceli, oyalayıcı, "stereo-sound" sürekli bir şey anlatan. Çok seven. Her şeyini o yapan. Azla mutlu olan. Mood’u oynak. Hızla küsüp, hızla barışan. Sürekli ilgi bekleyen...

BİR ŞEY ÖĞRENMEDEN UYUMAMAK GİBİ BİR SÖZ VERDİM KENDİME

Kapalı bir dünyanız var. Nerede, kimlerle yaşıyorsunuz?

- Üç yer arasında mekik dokuyorum: 1. Annemler. Oraya genellikle kendimi sevgi kürüne sokmaya ihtiyacım olduğunda gider, uzun uzun kalırım. 2. Stüdyo. Müziğin ve müzik yapanların olduğu doğumevi. Benim kendimi çoğaltma yerim. 3. Evim. Mazhar Abi ve Biricik 4 yıldır komşum. Tuhaf bir havası olan eski bir köşkte, bu iki tuhafla yaşamak da hayatın bir hediyesi oldu bana. Biricik’in gözleri kocaman. Gördüğüm en zevkli kadın. Mimariden, kıyafetten, yemekten anlar. Bahçedeki kütüklerden oturma grubu, mısır patlatma tavasından duş yapar. Mazhar Abi’ninse kocaman kulakları ve ağzı var. Başka alemlerden, alim gibi laf taşır. Bir laf eder, bir hafta düşündürür. Onlardan da ilham alıyorum çok.

Kimlerle dedikodu yapıyorsunuz?

- Annemle. Şermin’le. Stüdyodakilerle. Komşularla. Arkadaşlarımla. Grubumdaki müzisyenlerle. Herhangi biriyle.

Kimlerden ne öğreniyorsunuz?

- Herkesten bir şey öğreniyorum ama çok şey öğrenmediklerimle daha az görüşüyorum. Bir şey öğrenmeden uyumamak gibi bir söz verdim kendime. Gerekirse çok geç yatıyor, yine de bir şey öğrenmeden uyumuyorum. Stüdyo karşı tarafta olduğundan, her gün iki saatim yolda geçiyor. Trafikte vakit kaybolmasın diye, öğretici CD’ler aldım. Mesela Bach’ın müziğiyle ilgili 30 CD’lik bir ders alıyorum. Trafik tıkandığında herkesin arabasının içinde müzik sesleri gelirken, benim arabamda yüksek sesle bir adam konuşuyor!

Hayatınızda neler olup bitiyor?

- Ne olup bittiğini şarkılar ve gazetedeki köşemde anlatıyorum. Gölgede bıraktığım yerler de, gölgede kalsın. Klip, konserler vs bitince, henüz kök salmamış birinin rahatlığıyla dünyayı gezmek istiyorum.

Yoksa, siz büyüdünüz mü!

- 29 yaşındayım. Buna rağmen pek büyüdüğüm söylenemez. Meselelerim tabii ki değişiyor. Bütün yaşıtlarım patır patır evlenip, çocuk doğurmaya başlayınca, bir de üzerine annemin beklenti sosu eklenince, koşarak odama kaçıyorum. Bu konuyu şu an düşünmek istemiyorum.

Evlenmek çoluk-çocuk gibi tasalarınız var yani...

- Var tabii. Çocukları çok sevmesem, bu kadar kafam karışmazdı. Her anneyi, her evli çifti soru yağmuruna tutuyorum: "Evlilik nasıl bir şey? Çocuk nasıl bir şey? Geç anne olmak daha mı iyi diyorsun yani?" gibi. Bu yaş ırkçılığına bir son verilsin. Devir değişsin. Bu yaşa gelince bu soruyla karşılaşılmasın. Buradan yetkililere sesleniyorum!
Yazarın Tüm Yazıları