Bahar temizliği gibi bir şey

Öğrenci evlerinin hijyenik açıdan kötü kullanımı üzerine engin deneyimlere sahip bir insanım.

Kahve fincanının içinde bir gün önceden kalma likidi lavaboya döküp , bardağı yıkamadan yeni kahve koyulan ("N’olucak abi, dün de ben içmiştim bu bardaktan" demişti arkadaş) evlerde yaşadım.

2-3 hafta yancı kontenjanından yaşadığım bir başka ev vardı Çukurcuma’da; Dalgıç, Sinan, Bülent ve ben...

Dalgıç ’ın hazır mercimek ve hazır domates çorba paketlerinden faydalanmak ve çorba kaynarken üzerine yumurta kırmak suretiyle yaptığı "besleyici" çorba, laf olsun diye değil hakikaten eşsizdi.

Sonra Ankara’da okuyan arkadaşlarımın evlerinde, yerin küllüğe dönüştürüldüğüne şahitlik ettim aynı yıllarda.

Yerin küllüğe çevrilmesini sakın ha külleri yere silkelemek şeklinde algılamayınız.

Salondaki parke kalkmış.

Kalktığı bölge de kanepenin dibi.

Elemanlardan biri, sigarayı oraya söndürüyor bir akşam.

Evde bulunan diğer arkadaşlar da sigarayı orada söndürmeye başlıyor.

O salondaki küllük noktası benim bildiğim kadarıyla ekip mezun olana kadar kullanıldı.

Sonra bir bahar sabahı, nedense evi temizlemek için o yıllarda normal olmayan bir coşku içinde olduğumuz anda "Bez yok mu yahu, camı sileceğim" diyen elemana, Topesto’nun üstündeki tişörtü çıkarıp uzatışı ve "Al kullan, nasıl olsa yıkanacak" dediği gün var...

Anlat anlat bitmez...

*

Sonraki yıllarda kendi evimde bir Ayşe Teyze boyutunda olmasa da temizliğe hep dikkat ettim. (Mutfağı karıştırmayın!)

Küllük boşaltmak, yerleri kirletmemek, belli aralıklarla çamaşır yıkamak ve kadın geldiğinde onları ütüye hazır halde bulundurmak gibi şeylere dikkat ettim.

Bir de dağınıklıkla mücadelede büyük adımlar attım.

Fakat bir süredir evdeki kalabalıkla başa çıkamaz hale geldim.

Kalabalığın temelinde yatan kitaplar, dergiler, film afişleri, fuaye kartları, filmler, CD ’ler ve plaklar, evde eşya muamelesi görmez bende.

Şu anda oturduğum eve taşınırken kitapların tamamını eve getirmemek ve genişçene bir raf sistemi kurmak gibi iki akıllı hareket yaptığımı düşünmüştüm.

Evdeki beş yılın sonunda raflar yetmemeye başladı.

Bu durumda kitaplar , bölünerek üreyen canlılar gibi evde yayılmaya başladı.

Bir ara Paul Auster’in kahramanının "Ay Sarayı"nda yaptığı gibi kitapları kullanarak ev eşyası (dolap, masa vs.) yapmayı düşündüm ama olacak iş değil tabii.

*

Kanepenin arkasındaki küçük alan, kaloriferin önündeki minik cep, pencerenin önü derken her yer kitap/dergi/plak/CD/ DVD işgaline boyun eğdi.

Son bir haftadır "Geldin mi Paul Auster’in dediğine bakalım?" diye söylene söylene, koltuğun yanında yükselen kitap yığınına sehpa muamelesi yapmaya başladım.

O noktada da bu işe bir dur demek gerektiğine karar verdim.

Hoş , bu kararı verdikten sonra ilk yaptığım hareket, evde ne yapacağımı düşünmek üzere dışarı çıkmak oldu.

Bir nevi , savaş alanından kaçtım.

Ama gittiğim yerde, davam uğruna çalışmayı sürdürdüm.

İlk etapta, şu anki ihtiyacı karşılamadığı kesin olan raf sistemi gidecek, yerine daha geniş kapasiteli bir raf sistemi alınacak.

Çözüm değil, biliyorum ama "Kendi evim olursa oraya güzel bir kütüphane kurarım" demenin de faydasını görmedim şu ana kadar.

*

Bundan sonra kitaplar, filmler ve plaklar için gösterdiğim hassasiyeti ve seçiciliği (dinlemeyeceğim plak, okumayacağım kitap girmez eve), el ilanları, afişler ve muhakkak Tahtakale’den alınan objeler için de göstereceğim.

İki ay önce kitap ararken karşıma Darth Vader’in kellesi çıkınca düşüp bayılıyordum korkudan.

Takıp gezecekmişim gibi almışım onu oyuncakçıdan. (Hoş , takıp komşuya indiğimde genç hücceten gidiyordu kapıda Darth Vader’i görünce ya, neyse!..) Bir de kitapların arasında kaybolmuş...

Öyle bir anda karşıma çıkınca "O-ne-lenn? Sen miydin Darth Abi? Daha bir kararmışsın gibi geldi de ondan ürktüm... Belki büst diye, ehe ehe" dedim ama dizlerimin bağı boşaldı korkudan.

*

Sonra, çizgi romanlarda sadece seri devam etsin diye almayı sürdürdüğüm bazı kahramanlarla vedalaşacağım.

Ufak tefek diyor insan ama en çok yeri o kaplıyor.

Yüreğim sızlasa da acil tedbirler kapsamında dört seriyi kesiyorum.

Ayrıca bundan böyle "CD olarak var ama bulmuşken bilmemkimin bilmemne albümünü bir de plak olarak alayım" tarzı hareketleri kesin olarak yasaklıyorum...

*

Böyle böyle kendimi gaza getirdikten sonra bir fark ettim ki; bu dediklerimi yaparsam ev benim evim olmaktan çıkacak, dekorasyon dergilerinde içinde ruhlardan başka kimsenin yaşamadığı izlenimi veren evlere dönecek yaşadığım yer.

Plan yapmak üzere oturduğum kahvede hesabı ödeyip kalktım ve direkt olarak Deniz’in Afrika Han’da açtığı dükkana gidip, Mondo Trahso’nun bende eksik olan sayılarını aldım.

Bir de Ajda Pekkan’ın "Üç Kalp"inin 45’liği vardı, onu bulmuşken kaçırmadım...

Deniz’i Narmanlı Han’dan hatırlayanlar çıkacaktır.

Yeni dükkanda da plak, kitap ve başka şahane şeyler var.

İstiklal Caddesi’nde Rus Konsolosluğu’nun karşısındaki pasajda, en dipte dükkan.

Uğrayan çıkar diye söylüyorum...

Sonra aldıklarımla eve döndüm.

Godzilla kartlarını filmlerin arasına, 45’liği arkadaşlarının yanına, Mondo Trasho’ları ve bazı yeni fanzinleri de güvenli bir yere kaldırdım.

Sonra gerileyip salona şöyle bir baktım ve "Demek isteyince oluyormuş, bak yine sığdım eve işte!" dedim.

İki tane Godzilla fuaye kartı buldum siyah/beyaz, tadından yenmez...
Yazarın Tüm Yazıları