Bir Küstah’lık daha

Güncelleme Tarihi:

Bir Küstah’lık daha
Oluşturulma Tarihi: Aralık 01, 2005 14:51

Geçenlerde yazdım, hatırlar mısınız, bu KÜSTAH adlı derginin yayına girdiğini müjdeledim. Yakup (Karahan) hanidin soruyor, ‘Abi niye okuyup, fikrini söylemiyorsun!’ diye. Halbuki - mesela dün aksam - Beyoğlu ve Taksim’de 4-5 gazete-dergi bayiine sordum, adını bile duymamışlardı derginin. Ben bulamıyorsam, millet nasıl bulacak?

Ama Mustafa Öncül dostum bulmuş, okumuş, beğendiş. Diyor ki:

GIRGIR efsanesi ve çizgilerin kardeşliği

Geçtiğimiz Perşembe günü yeni bir mizah dergisi çıktı: Küstah

Oğuz Aral’ın rahle-i tedrisinden geçmiş bir ekip hazırlıyor Küstah’ı. Eski GIRGIR’ı takip edenlerin yakından tanıdığı isimler: Şükrü Yavuz, Derya Sayın, Gürcan Gürsel, Serhat Gürpınar, Gürcan Özkan, Ufuk Uyanık, İlban Ertem, Yakup Karahan, Zihni Sinir (İrfan Sayar) bir çırpıda aklıma geliveren isimler. Bu kadronun içerisinde, her hafta AcılıBirbuçuk’ta ve haftanın altı günü Sabah Güney’in birinci sayfasında enfes çizgileri ile yakından tanıdığınız Sefa Sofuoğlu da var. Sefa da “Pencere Kenarı” isimli köşeyi çiziyor.

* * *

Bu hafta yayın hayatına başlayan Küstah ile birlikte, oldukça geniş bir okuyucu kitlesine ulaşan mizah dergisi sayısı üçe çıktı. Diğer iki dergi de LeMan ve Penguen.

Bu üç derginin ortak özelliği, dergiyi çıkaranların hepsinin Oğuz Aral’ın öğrencileri olması.

70’li yılların başlarında Günaydın Gazetesi’nde bir sayfa olarak başlayan GIRGIR dergisi, Oğuz Aral’ın yönetiminde Türk basın tarihinde eşine az rastlanır (hatta rastlanamayan) bir mucize yaratmış, dünyanın en çok satan üçüncü mizah dergisi olmuştu. Diğer iki dergi ise Amerika’nın MAD ve Sovyetler Birliği’nin KROKODİL dergisi idi. Amerika’nın ve Sovyetler Birliği’nin nüfusları ile okuma-yazma oranları göz önüne alınacak olursa GIRGIR mucizesinin büyüklüğü daha da iyi anlaşılır.Hürriyet

* * *

GIRGIR mucizesi sadece dünya üçüncülüğünden ibaret değildi. Bence asıl mucize GIRGIR’ın bir okul oluşuydu. Başöğretmen Oğuz Aral yönetiminde, tam anlamıyla bir okul, bir mizah akademisi…

Oğuz Aral GIRGIR ile mizahı (karikatürüyle, yazısıyla) halkın arasına taşımış, sokaktaki adam her bir karikatürde, her bir yazıda, espride kendinden bir şeyler bulmuştu. Bu yüzdendir ki, toplumun her kesiminden onbinlerce, yüzbinlerce okur GIRGIR’ı sahiplenmiş, kendinin bilmişti.

Bu yüzbinler içinde henüz 10-12 yaşında olan birçok genç, “Ben de çizebilirim… Ben de yazabilirim…” diyerek kaleme kağıda sırılmış, yazıp çizdiklerini Oğuz Abi’ye göndermeye başlamışlardı. Çok sürmedi, GIRGIR, okuyucularından gelen sanat ürünleri ile dolup taşmaya başladı. Bu ürünlerin yaratıcıları GIRGIR’da söz sahibi oldu, ustalaştı.

* * *

Bizler de Anadolu’daki yüzlerce genç gibi yazıyor, çiziyor, “kendimizce” şaheserler üretiyorduk. Zarflar dolusu karikatür her hafta Adana’dan yola çıkıp, Oğuz Aral’ın mübarek ellerine ulaşıyordu. Biz çizgilerimizin, esprilerimizin mükemmel olduğunu düşünüyorduk ama… Oğuz Abi hiç de öyle düşünmüyor, Çiçeği Burnunda Karikatürcüler köşesinde, “Gereksiz taramalardan kaçının!” deyip, basıyordu fırçayı.

İstanbul’daki arkadaşlardan haber alıyor ve onlara imreniyorduk. Çünkü Oğuz Aral her pazartesi onları başına toplayıp ders verir, çalışmalarını incelermiş. “Şimdi İstanbul’da olmak varmış anasını satiiim!..” diye geçirirdik içimizden.

* * *

1983’ün sıcak bir yaz ayında, cep harçlığımızdan artırdığımız üçbeş kuruşu denkleştirip Mehmet Ali Türkmen ile atladık gittik İstanbul’a. Alayköşkü Caddesi Eryılmaz Sokak’taki GIRGIR’a vardık. Heyecandan elimiz ayağımız titriyor... Kolay mı? Dünyanın üçüncü büyük mizah dergisinin genel yönetmeni ile görüşeceğiz. Sabah’ın Ergun Babahan’ı, Hürriyet’in Ertuğrul Özkök’ü ile görüşmek gibi bir şey bu. Oğuz Ağbi bir imparator, bizler ise Anadolu’dan iki tıfıl genç. “Bizi kabul eder mi? Bizle görüşmeye tenezzül eder mi?” gibisinden binlerce soru beynimizin içinde fırıl fırıl dönmekte… Oğuz Ağbi’nin sekreteri Mevhibe Hanım’a ulaştık. “Ben Mustafa Öncül… Bu da Mehmet Ali Türkmen… Adana’dan geliyoruz… Oğuz Bey ile görüşmek istiyoruz…” dedik en kısık ve en çekingen sesimizle… Mevhibe Hanım bizi oradaki sandalyeye oturttu, birer çay söyledi. Oğuz Ağbi’ye haber etti geldiğimizi… Çok sürmedi kapıdan iki metre boyunda babacan gülümsemesiyle Oğuz Ağbi girdi… Aha!... Efsane karşımızdaydı! Ayağa kalktık ama… Bacaklarımız tir tir titremekte… O uzun kollarını açtı, bizi kucakladı, odasına aldı. Uzun uzun Adana’yı konuştu bizimle. Adana’da pandomim yaparken mahkemelere düşmesini, mahkemede oyununun metninin istenmesini, “Pandomimin metni mi olur hakim bey?” demesini anlattı… Yanımızda getirdiğimiz karikatürlerimizi inceledi, eleştirilerini söyledi. Sanırım bizlere 2-3 saatini ayırdı. Çıkarken de bir fiş imzalayıp elimize tutuşturdu, “Giderken muhasebeye uğrayın, bu parayı alın. Genç adamsınız, çay içersiniz” dedi. Fişin üzerinde 100 TL yazıyordu. 100 TL bana, 100 TL Türkmen’e… 1983 yılının 100 TL’si bugünün parasıyla kaç lira eder bilmiyorum ama… Bizim için iyi bir paraydı.

* * *

Bizim gibi onlarca, yüzlerce genç Oğuz Ağbi sayesinde yazmayı, çizmeyi öğrendi. Oğuz Ağbi bu gençlere sadece yazmayı çizmeyi öğretmedi, kardeşliği de öğretti. O zaman GIRGIR’da karikatür çizen, yazı yazan bu gençler bugün kırk yıllık arkadaşmış gibi görüşüp konuşuyorlar. Üstelik büyük bir bölümü “halen” birbirinin yüzünü bile görmüş değil.

2000 yılında Ölüdeniz’de Güneri İçoğlu ile karşılaşmıştık. Kaldığımız tatil köyünde bir karikatür sergisi açmıştı. Gittik yanına, “Ben Öncül… Ben de Sefa…” dedik… İlk kez karşılaşıyoruz… Sanki asker ya da okul arkadaşıymışız gibi kucaklaştık… “Şimdi n’apıyorsun?... Uzun zamandır ortalarda yoksun?...” muhabbetlerine daldık bir anda. Tatil bitene kadar da beraberdik.

Çukurova Üniversitesi’nin bu yılki bahar şenliğinde Tuncay Akgün, Mehmet Çağçağ, Güneri İçoğlu ve Bahadır Boysal’ı konuk etmiştik. Serdar Sayar, Sefa, ben ve Hasan Taksi de kadroya dahil olup, akşam ATOSEV’de birlikte yemek yedik, sohbet ettik. Tuncay Akgün o muhabbet esnasında, “Oğuz Ağbi ne güzel bir şey yapmış be. Bugün burada olduğu gibi, Anadolu’dan bi sürü arkadaşımız var. Gittiğimiz her şehirde birileri ile oturup, okul arkadaşı gibi sohbet ediyoruz.” dedi. Güneri İçoğlu ise konuya biraz mizah kattı, “Sanki bir karikatür, mizah tarikatı kurmuş üstat değil mi?” diye devam etti. Oğuz Ağbi’yi minnetle andık, kadehlerimizi Oğuz Ağbi için kaldırdık.

* * *

Küstah’ın ilk sayısını ve Leman’ı ve Penguen’i yan yana koyup “bizim devrelerin” yazılarını karikatürlerini bakınca efsanevi GIRGIR’ı ve bizleri yaratan Oğuz Ağbi’yi anmadan edemedim.

Teşekkürler Oğuz Ağbi. Nur içinde yat.

Mustafa Öncül - www.acilibirbucuk.com

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!