Bir sokak çocuğunun efradı

ÇARŞAMBA akşamı Ece Bar’dayız. Ben biraz geç gittim.

Daha kapıdan içeri girerken içimdeki hınzır, taşı gediğine koyuyor.

‘Meğer birbirimizi ne kadar özlememişiz...’

Oysa güzel bir geceye başlıyoruz.

İstanbul nihayet yazın açılışını yapıyor.

‘Reklamın sokak çocuğunun’ kutlamasını yapacağız.

Türk reklam dünyasının ‘sokak çocuğu’ Ersin Salman hakkında yazılan kitabı kutlayacağız.

O kitapta hepimizden bir şeyler var.

Neredeyse hepimiz birbirimizi tanıyoruz.

Hepimiz o aynı sokağın çocuklarıyız.

* * *

Barın sol tarafına Murat Belge oturmuş.

Açık renk bir ceket ve her zamanki gibi ince bağlanmış bir kravat.

Yanında Hasan Cemal.

‘Cumhuriyet’
Gazetesi hakkında bir kitap yazıyormuş.

O gece karşı masaya bakarken iyice motive olup, en az üç bölüm daha yazdığına eminim.

Her ikisi de biraz gergin duruyorlar.

Murat Belge Ermeni meselesinden, Hasan Cemal de Başbakan’ın uçağındaki içki meselesinden olsa gerek, sinir tellerindeki gergin ses bize kadar geliyor.

Karşılarında biz varız; ama onların gözleri bizde değil tam karşı masanın sakinlerinde.

Orada İlhan Selçuk oturuyor.

Yanında da Melih Aşık var.

‘İkinci Cumhuriyet’ ile ‘Ulusalcı Cephe’ savaş düzenine girmiş.

Bense her zamanki gibi tam arada.

Yani en fazla dayağı yiyeceğim yerde.

Bir mevziden laf atılsa, benim kafama çarpacak.

Kan revan içinde kalacağım.

Bir provokatör çıkıp ‘Ermeni’ diye başlasa, daha ikinci kelimeye geçmeden savaş patlayacak.

Yani ortam böyle...

* * *

Biraz ileride Perihan Mağden’i görüyorum.

Hemen şeftali renkli kravatıma takılıyor.

‘İyi ki artık köşe yazısı yazmıyorsun’ diyorum. Yazsa, eminim birinci olmasa bile ikinci yazısı benim kravat olacak.

Beni Güneri Cıvaoğlu’ndan beter edeceğine eminim.

Adalet Ağaoğlu da orada.

Son aydınlar bildirisine neden imza attığını anlatıyor.

Böylece ‘Düğün Gecemiz’ başlıyor.

Allah’tan Ersin Salman var.

Sahneye çıkıp kitabın hikáyesini anlatıyor.

Kitabı Reklamcılık Vakfı hazırlatmış, Kemal Sezer kaleme almış.

Ersin Salman, ‘Vakıf yöneticileri benim hakkımda bir kitap hazırlatmak istediklerini iletince ben de onlara şunu söyledim: İlk kitabınız rahmetli Ege Ernart için yapılmıştı. Yani siz kaybettiğimiz arkadaşlarımız için kitap hazırlatıyorsunuz. Bense yaşıyorum. Bu tuhaf kaçmayacak mı?’

Reklamcılar pratik insanlardır.

Vakfın bir yöneticisi hemen cevabını vermiş:

‘Ersin merak etmesin. Gerekirse önce onu öldürtürüz, kitabı ondan sonra yayınlarız.

* * *

Türkiye’nin birçok parlak ismi gibi Ersin de Ankara’dan gelme.

TRT’nin parlak çocuklarından biriydi.

Birçoğumuz gibi onun da Ankara’yla yolu 12 Eylül’de ayrılıyor.

TRT’de çalıştığı dönemde, kurumun başına bir ‘Paşa’ tayin ediliyor.

TRT Komutanı, bir gün onu odasına çağırıyor ve aralarında şu konuşma geçiyor:

‘Gel bakalım delikanlı.

‘Buyrun efendim.’

‘Bize herkes paşam diyor, ne efendimi? Bir oyun varmış, dün banda alınmış, metnini getirdin mi?

‘Getirdim.’

‘Nedir bu Cengel kitabı?’

‘Bu bir kitap... Jungle Book, Rudyard Kipling’in bir romanı, balta girmemiş ormanlarda geçer...’

‘Ne demek Cengel?

‘Cengel, İngilizce’de jungle demek, yani balta girmemiş orman efendim.’

‘Ne demek oluyor bu? Sen Cengel’in ‘c’sini at bakayım.’

‘Evet...’

‘Sonuna da bir ‘s’ ekle.’

‘Evet...’

‘Engels kitabını başucumdan ayırmam demek istiyorsun burada.’

Ersin
o gün Ankara’dan ayrılmaya karar veriyor.

* * *

Etrafta savaş tamtamları duyulsa bile ben o gece mutluydum.

Etraf akraba doluydu.

Kızsam da kızılsam da ait olduğum, inkár edemeyeceğim bir dünyanın insanları oradaydı.

Bizim ‘Düğün Gecemiz’ aslında Türkiye’nin yakın tarihiydi.

Tabii gayri resmi olanı...
Yazarın Tüm Yazıları