Kim kime model

‘VALLAH-ül azim, ben de Türküm’! Yahut, ‘ailem çeyrekten Türk sayılır’.

İşte, tesadüfen tanıştığınız Cezayir veya Tunus vatandaşı herhangi bir Mağribi sizin Türk olduğunuzu öğrendiği an, büyük ihtimalle ve tabii ki övünerek böyle konuşacaktır.

‘Oğuzların Kayı boyundan mısınız’ diye sormayın, ayıp kaçar ve de breh, breh!

* * *

EVET breh, breh, çünkü demek ki büyük Yahya Kemal’in ‘Deniz ufkunda bu top sesleri nereden geliyor / Barbaros belki donanmayla seferden geliyor. / Adalardan mı, Tunus’tan mı, Cezayir’den mi’ diye pruva rotasını soruşturduğu cennetmekán ecdadımız, doğrusu ‘uçkur bab’ında’ pek gevşekmiş.

Zira baksanıza, tarihi açıdan o kadar uzun olmayan Osmanlı egemenliği döneminde atalarımız ellerini çok hızlı tutmuşlar. Afrika kuzeyini hemen ‘Türkleştirivermişler’.

Gözleri kohûl sürmeli ve memeleri elif dövmeli Kabili cariyeleri harem avlusuna düzine düzine sıraladılar ya, eh Allah kolaylık versin, çölden gelen ballı hurmaya ve vahadan kopartılan zıkkım bibere kuvvet, bugünlere dek sürüp giden soyu sopu oralarda bırakmışlar.

Şaka bir yana, sadede geliyorum.

MAĞRİBİLERİN bu ‘ben de Türküm’ şeklinde tezahür eden ‘otomatik refleksi’ni, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Cezayir’e yaptığı geziden dolayı aktardım.

Çünkü, ziyarete eşlik eden refiklerimin bildirdiğine göre, en üst düzey Ankara diplomatı Kuzey Afrika ülkesinde coşkuyla ağırlanmış. Hatta, yukarıdakini hatırlatacak biçimde, ‘bizi bırakıp nerelere gittiniz’ türünden bir ‘sevgi nostaljisi’yle karşılanmış.

Buna geleceğim ama önce şunu söyleyeyim ki, Gül’ün ziyareti tam zamanındadır.

Zira, iktidardaki sosyal - faşist oligarşiyle, ‘İslami nihilist’ caniler arasında on yıl boyunca süren iç savaştan sonra Cezayir şimdi biraz biraz ‘toparlanma’ sürecine girdi.

Eh, fiyatı zirveye vuran petrol ve gaz da mübarek çölden sebil niyetine fışkırdığına göre, rüşvetçiliğe ve kırtasiyeciliğe göğüs gerecek Türk yatırımcıların liman kontratı, konut inşaatı, fabrika üretimi, boru hattı falan diye oraya koşması kadar akılcı bir şey olamaz.

Dolaysıyla, Bakan’ın siyasi zemin yaratmak için yaptığı ziyaret de cuk oturmaktadır.

Ancaak, karşılıklı çıkara dayalı bu ‘reelpolitik’le yetinelim ve de gerisini unutalım.

* * *

UNUTALIM, çünkü bir defa, o zavallı ‘Üçüncü Dünya’ asparagasıyla ve haddini bilmeden fi tarihinde kendini ‘model’ diye (!) yutturmaya yeltenmiş bir Cezayir’in Türkiye’ye siyasi, iktisadi veya dini açılardan bir gıdımcık ‘örnek’ ( !) olması tabii ki düşünülemez.

Ama sakın, Türkiye’nin Cezayir’e ‘ışık tutabileceği’ ( !) hayaline de kapılmayalım.

Ülkemiz ne ılımlı veya ılımsız İslam’ıyla; ne de cumhuriyetçi yahut demokratik rejimiyle Kuzey Afrika devletine ‘alternatif’ sunamaz. O yalvar yakar istese de sunamaz.

Hatırlayalım, Tunus ve Cezayir başta da ‘Atatürk’ü örnek alıyoruz’ diye bağırdılar.

Sonra yüzlerine gözlerine bulaştırdılar ve demokraside, laisitede, ekonomide Türkiye’nin tırnağı bile olamadılar. Birinin burnu aniden büyüyüverdiğinde ise sonucu ortada!

Zira, Mağribilerin bol keseden attığı o ‘ben de Türküm’ palavrası aslında dehşet vahim ve dehşet travmatik bir ‘kimlik bunalımı’ kompleksini yansıtıyor.

Bu çok çetrefil kompleksi ben, ‘suçlu’yu hep ‘öteki’nde keşfeden ‘solumtırak’ ve ‘mazlumtırak’ bizim çok bilmişler gibi ‘sömürgeci kalıntı’ diye açıklayamayacağım.

Zaten nedeninden bana ne, ‘aidiyet buhranı’ bir vakıa olarak Mağribileri sonsuz belirliyor ki, bunalımı çözümleyemedikleri müddetçe de kimse onlara ‘model’ oluşturamaz.

Dolayısıyla, karşılıklı ‘reelpolitik’ çıkarlar açısından ilişkilerin pekişmesine tabii ki amenna da, fakat Cezayir’e ‘örnek’ mörnek olmaya kalkışmayalım, herkes kendi yoluna!
Yazarın Tüm Yazıları