Korkutan her rejim korkar!

CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Konya’da katıldıkları “hızlı tren” töreninde ilginç, eğlenceli ve düşündürücü bir olay yaşanmış.

Haberin Devamı

İşin eğlenceli kısmı elbette olayı yaşayan kişi ve muktedirler için değil, bizim gibi okuyup “vay canına” diyenler için geçerli.
Düşündürücü kısmı ise hepimizi ilgilendiriyor.
Olay şöyle gelişmiş:
Tören sırasında “güvenlik amacıyla” Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık korumalarının bir bölümü de izleyicilerin arasında dolaşıyorlarmış.
Bizimkilerin şimdilerde sevdikleri Osmanlıca ve Latin alfabesiyle yazacak olursak bir “hafiye vakası” yani.
O sırada töreni izleyen vatandaşlardan biri yanındaki kişiye torununun okulda yaşadığı bir “hırsızlık” olayından söz ediyormuş.
Bizim zehir hafiyeler “hırsızlık” kelimesini duyunca alarma geçmişler. Belli ki “hırsızlıktan söz eden bir muhalif gösteri yapacak her halde” diye düşünmüşler ve vatandaşı apar topar karakola çektirmişler.
Olaydan haberdar edilen cumhuriyet savcısı belli ki makul bir adammış, “İfadesini alın, bırakın” talimatını vermiş.
Olayın nasıl geliştiğini merak eden koruma ekibi akşamüzeri bunu duyunca sinirlenmiş ve vatandaşı gece yarısı evinden aldırıp, yine karakola götürmüş. Örgüt üyesi olup olmadığı araştırılmış, bir de bakılmış ki vatandaş AKP üyesi!
Adamcağız geceyi nezarette geçirdiğiyle kalmış!
Otoriter korku rejimlerinin önemli özelliklerinden biri de budur işte.
İktidarlarını korumak için kolluk gücünü, yargı gücünü vatandaşlar üzerinde bir korku unsuru olarak kullanırlar, insanları nefes alırken bile düşünmek zorunda bırakırlar.
Her öküzün altında bir buzağı olduğuna inanırlar!
Bunun sonu tabii paranoyadır, hem toplum açısından hem de kendileri açısından.
Korkutarak sindirmeye çalışırlar, giderek kendileri de korkmaya başlarlar. Her hareketten nem kaparlar, kuşku içinde kıvranırlar!
Toplumu korkuttukça kendi korkuları da büyür, saraylarına kapanır, etrafına güvenlik ordusu dizerler ama bu kapalı kapıların ardında korkuyla titremelerini önlemeye yetmez.

Haberin Devamı

Büyüklere masallar

BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu, ekonomik programı açıklarken İstanbul’un, 2018 yılında Uluslararası Finans Merkezi listesinde ilk 25’e girmesinin hedeflendiğini de açıkladı.
İstanbul, şu anda bu listede 47. sırada bulunuyor. Bir önceki sene 44. sıradaydı oysa.
“The Global Financial Centers Index” isimli bir araştırma var, Z/Yen Group tarafından hazırlanıyor, size daha önce de bu araştırmadan söz etmiştim.
Başbakan’ın 25. sırasına çıkmayı hedeflediği liste, bu listedir.
Bu listede İstanbul’un bir yıl içinde üç sıra gerilemesinin nedenleri de bu araştırmayla ilgili raporda yazılı.
İstanbul’un gerilemesinin nedenleri şunlar: Şeffaflık yok, öngörülebilir bir hukuk düzeni yok, ekonomiyi yöneten kurumlar bağımsız değil, objektif bir vergi düzeni yok, yolsuzluklar önlenemiyor.
Düşünün ki Cumhurbaşkanı’nın banka batırmaya çalıştığı bir ülkede yaşıyoruz ve buranın “uluslararası finans merkezi” olmasını hayal ediyoruz!
Vergi denetimi ise hükümetin hoşuna gitmeyen kişi ve gruplara karşı kullandığı bir sindirme silahına dönüşmüş durumda!
Hangi aklı başında banka, böyle bir yeri kendisine merkez olarak seçmeyi düşünür?
CNN International’da 19 Eylül 2014 tarihinde yayınlanan bir haber, Başbakan’ın koyduğu “2018’de ilk 25’e girme” hedefinin de hayal olduğunu gösteriyor.
Çünkü aynı araştırmaya göre İstanbul, “Geleceğin 9 Finans Merkezi” listesinde de yer almıyor.
Bunun nedenleri de, ana listede üç sıra gerilemeye neden olan nedenlerle aynı.
Türkiye şeffaf değil, yolsuzlukları önleyemiyor, öngörülebilir hukuk düzeni yok, vergi sistemi objektif değil, keyfi.
Başbakan, hayallerden söz edeceğine somut gerçeklere yoğunlaşmalı:
Yolsuzlukları nasıl önleyecek, vergi düzenini nasıl objektif kılacak, öngörülebilir bir hukuk düzenini nasıl tesis edecek?
Büyüklere masallar yerine bunları nasıl yapacağını duymaya ihtiyacımız var.

Haberin Devamı

Valiliğin görevi yasakçılık değildir

KAHRAMANMARAŞ Katliamı’nın
36. yıldönümünde, şehirde adeta sıkıyönetim ilan edildi.
Valilik, “olası eylem ve gerginlikler” gerekçesiyle, vatandaşların anayasal haklarını askıya aydı.
Valiliğin yaptığı iş hukuk dışıdır.
Vatandaşların anayasal haklarını kullanmalarını sağlayacak önlemleri almak valiliğin işidir.
Eğer ciddi bir ihbar alındıysa, onun gereklerini yerine getirmek ve vatandaşların huzurunu kaçıracak olanları tecrit etmek valiliğin göreviydi.
Bu kadar polis, jandarma, istihbarat örgütü ne işe yarıyor?
İnsanların temel haklarını kullanmalarını sağlayacak önlemleri almak yerine “yasakçılık” yapmak, ancak otokrat rejimler için söz konusu olabilir.
Belli ki Vali Bey de iktidarda kimin olduğunun farkındaymış!
Kahramanmaraş Katliamı’nda resmi açıklamalara göre 111, gayriresmi bilgilere göre 150 kişi hayatını kaybetmişti.
Kahramanmaraş’ta 36 yıl önce neler olduğunu merak edenler varsa, Ayşe Hür’ün “Henüz ağıtı yakılmamış 1978 Maraş Katliamı” başlıklı yazısını okumalarını öneririm.
İnternette www.radikal.com.tr adresinden ulaşabilirsiniz.

Yazarın Tüm Yazıları