Beşir Fuat’ı ‘delirten’ delilik şüphesi mi?

Güncelleme Tarihi:

Beşir Fuat’ı ‘delirten’ delilik şüphesi mi
Oluşturulma Tarihi: Aralık 21, 2014 14:21

Murat Gülsoy ilk kez tarihi roman yazdı. Onunla da Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü kazandı. ‘Gölgeler ve Hayaller Şehrinde’, Türk asıllı Fransız gazeteci Fuat’ın 19. yüzyıl İstanbul’undaki kimlik arayışını anlatıyor. Fuat’ın, babası Beşir Fuat’ın izini buluşuyla da Osmanlı toplumundan bugüne miras akıl tutulması ve Doğu-Batı arasında sıkışmışlık meselelerini irdelemeye koyuluyor.

Haberin Devamı

Bu kez tarihi bir romanla çıkageldiniz. Sizin için yeni bir tür bu... Nasıl oldu?
- Kolay olmadı. Tarihi bir roman yazmaya karar vermek kolay olmadı bir kere. Böyle bir şey yazmak aklımda yoktu. Ben tarihi romanın çok sorunlu bir şey olduğunu düşünüyorum. Çok inanmadığım bir tür. Nasıl konuşulduğunu, günlük hayatın nasıl gerçekleştiğini bilmediğim bir dönemi yazmak. Buna önce kendim inanmam lazım. Önceki yazdıklarıma bakılarak realist bir yazar olduğum söylenemez herhalde. Ama benim inandırıcılık kaygım her zaman var. Bu romanın çıkış noktasında Beşir Fuat figürü zihnimi kurcalıyordu.

Nasıl tanıştınız Beşir Fuat’la?
- Yaşça küçüktüm ve ansiklopedilerden bir tanesinde “İlk Türk materyalisti” diye resmi vardı. Resim altında intihar şekli anlatılıyor. Ne bulmuş, ne üretmiş, bir fikir ortaya koymuş mu? Bunlar anlatılmak yerine nasıl intihar ettiği ve intiharını kaydettiği yazıyor. Dünya görüşünü şekillendirmeye çalışan bir genç için irkiltici bir durum. Bir tarihte kütüphanede Orhan Okay’ın Beşir Fuat üzerine tezini bulup okumuştum. Beşir Fuat’la ilgili bilmediğim birçok şeyi öğrendim. Üzerinden yine yıllar geçti. Boğaziçi Üniversitesi Yayınları olarak 19. yüzyıl oryantalistlerinin anılarını yayımlamaya başladık. Bu sefer o döneme dair bir ilgi uyandı bende. Beşir Fuat üzerine düşündüm yine. Tam da benim konularımdı. Delilik veya delilik şüphesi, materyalizm, inanç bunalımları, Doğu-Batı meselesi... Batı’yı çok iyi bilen bir zihin ama aslında sanıldığının aksine Doğu’yu da çok iyi biliyor. Bence bir deha.

Beşir Fuat’ı ‘delirten’ delilik şüphesi mi

Haberin Devamı

GEZİ’YLE BİRLİKTE İNSANLAR ÖZSAYGILARINI GERİ KAZANDI

Tarihi romanın en büyük problemi dil. Siz bu sorunu romanın başına yerleştirdiğiniz bir çerçeve öykü ile aşıyorsunuz. Bu kısımda romanın baş kahramanı Fuat’ın, yani Beşir Fuat’ın oğlunun mektuplarının yıllar sonra bir çevirmen tarafından Fransızcadan Türkçeye tercüme edildiği anlatılıyor...
- Evet. Dil bir problem orada. Ben aslında kendimi Beşir Fuat’tan çok, Beşir Fuat’ı araştıran birinin ruh durumuna yakın hissettim. Onun için kurmacasal bir oğul yarattım. Fuat’ın Hiç tanıyıp bilmeden İstanbul’a gelip, babasının kim olduğunu keşfetmesi, aslında benim Beşir Fuat’ı, 19. yüzyılı, Osmanlı’yı bilmeden araştırarak bize anlatılanın dışında bambaşka bir dünya olduğunu anlayışıma benziyor. Bugünün sorunları sanki bugün oluşmuş gibi bir algı var ama hepsinin daha öncesinden organik bir şekilde devam ettiğini anladım. Romanda Fuat’ın mektupları üzerinden ilerledim. O mektupları 1960’larda bir avukat bulur ve çevirir. Dolayısıyla bizim okuduğumuz kitabın dili 1960’ların, ‘70’lerin Türkçesi’dir. Böylece dil probleminden kurtuldum. Ama yazarın karşısına gerçekliği kurmakla ilgili çok sayıda problem çıkıyor. Acaba tramvay 1908’in o ayında Bebek’e kadar gelmiş miydi, gibi mesela.

Sizce Beşir Fuat’ınki kalıtsal delilik şüphesi mi, yoksa bizzat deliliğin kendisi mi?
- Yazdıklarında akli dengesini kaybetmiş bir insan izlenimi almadım. Ama o kuşku var. O kuşkunun kendisi zaten başlı başına delirtici bir şey. Ya da bu kuşkuyu kafaya takmak mıdır aslında deliliğin kendisi? Bunu hiçbir zaman bilmiyoruz. Bir tane daha intihar hikâyesi yazacak olsaydım, Ziya Gökalp’i anlatırdım. Batı’yla Doğu arasında kalıp genç yaşında kafasının ortasına bir kurşun sıkmış, işin komik yanı o kurşunla yaşamaya devam etmiş biri.

Mektup-roman tekniğinin handikapları neler?
- Mektup-romanı herkes sevmez, en büyük handikapı o. Ben mektubu da, mektup türünde yazmayı da severim. Ama zorlukları var. Normal bir anlatımdaki her türden sahneyi kullanamıyorsunuz.

Demokrasi kültürünün ilk yerleşmeye başladığı Tanzimat döneminden bu yana tartışılan şeylerin hep aynı olduğunu da gösteriyor roman...
- Fuat’ın mektuplarında Meşrutiyet’in ilanından sonraki hürriyet heyecanını, bütün o ayağa kalkışı okuyoruz. Tam da ben onu yazarken Gezi olmuştu. En dağınık ve umutsuz hissedilen zamanda birdenbire insanın kendine güvenini ve özsaygısını yeniden kazanmasına yol açan bir şey oluyor. İkinci Meşrutiyet de, Gezi de böyle şeyler. Romanı yazarken bu ikisi arasında geçen yüz yılın aslında çok kısa bir süre olduğunu düşündüm. Bize ömrümüz kısa olduğu için çok uzunmuş gibi geliyor. Benim çocukluğum anayasa tartışmalarıyla geçti. Hâlâ da anayasa tartışmaları var işin komiği. Kesintisiz sürüyor.

Kazandığınız Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’ne gelirsek…
- Çok değerli bir ödül. Geçmişte aynı ödülü alan yazarlara baktığımda hakikaten gurur duydum. Melih Cevdet Anday, Adalet Ağaoğlu, Yaşar Kemal...Edebiyata katkı sağlamış, çok değerli yazarlar.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!