Ayşe, kendini satmayı beceremiyorsun

Yapımcı bir arkadaşım var, arıyor.

Haberin Devamı

Çok da özleşmişiz. “Hadi” diyor, “Hadi bu hafta salı, hadi şu hafta çarşamba, cuma deyip ertelediğimiz buluşmayı artık yarın yapalım işin yoksa.”
Doğru diyorum, buluşuyoruz, zaten konuşacak çok şey birikmiş, sırlarımız dolmuş, taşmış.
Ama bana bir kazık atıyor, yanında biriyle geliyor. Hiç haz almadığım bir durumu huyumu bildiği halde bana yaşatıyor.
Hem de tanıdık, medyatik biriyle. O bir menajer.
Merhaba, merhaba.
Gözlerimle pis pis bakıyorum arkadaşıma, masa altından da çakıyorum çakabildiğim kadar.
Diyor ki, “Ay ben sizin hayranınızım, ne şeker, ne doğal ve içten yazıyorsunuz. Okumadan geçmem ki ben herkesi okumam öyle diyeyim.”
Gülümsüyorum.
“Ne yapıyorsunuz bugünlerde?” diyor.
Huyumu suyumu bilen arkadaşım, “mıçtık” der gibi bana bakıyor.
“Yazı yazıyorum.”
“Başka?”
“Başka derken?”
“Yok mu proje? Dizi senaryo yazıyordunuz öyle okudum, TV’ye program falan?
Herkes bir şeyler yapıyor yani.”
“Eh” diyorum, “Bunlar zaman işi. Yazıyorum evet, senaryo, program, var aklımda bir şeyler ama malum kanallar...”
“Bir ayağa kalkar mısınız?” diyor.
“Haaaa?” gibi bir şey demişim, sonradan arkadaşım anlatıyor.
“Bir boyunuza posunuza bakacağım, yüzünüz çok hoş, hiç fotoğraflarınıza benzemiyorsunuz.”
“Kamera nerede?” diyorum, “şakalanıyor muyuz?”
“Ayşe diyebilir miyim?” diyor.
“De” diyorum.
“Senden dizi oyuncusu bile olur Ayşe, şu piyasanın haline baksana, ne olur.”
“Yok” diyorum, “almayayım ben.”
“Zaten alamazsın ki”
“Efendim?”
“Ayşe bak, artık dost olduk...”
(senle ben dost mu, senden bana anca yazı konusu olur)
“Sen kendini satmayı bilmiyorsun, olman gereken yerde değilsin.”
Susuyorum özellikle çünkü karar veriyorum, hakikaten bundan bana yazı konusu olur. Hatta ağzından ne laflar alırım.
“Eeee, nasıl satacağım kendimi?”
“Instagram çok önemli.”
“Nasıl gidiyor... Süper, sekiz ay önce beş tane kendi fotoğrafımı, otuz altı tane hayvan fotoğrafını, bir o kadar da evimden köşeyi koydum, hâlâ da kullanmayı bilmem.”
“Twitter?”
“Yazılarımı koyup çıkarım.”
“Facebook?”
“Bir yıl belki anca oldu açalı. Son bir aydır arkadaş dışı seçerek okur ekleyeyim dedim, gündem amaçlı, oradan da sanal ortamın her türlü sapıklığını yaşadım, bol mesaj tacizi. Oraya da anca iki şarkı, yazı linki koyup çıkıyorum.”
Başka soru?
“Sosyal hayat, mesela ben seni hiçbir yerde görmüyorum, tahminimce sana sürü sepet açılışlar, o, bu davetleri gelmeli, doğru mu?
Git kaynaş, bir sürü insan oralarda, akıllarda kal, samimiyet kur.
Televizyon patronlarıyla karşılaşırsın, sohbet sohbeti açar, attım kafadan, bir ünlüyü görürsün... Mesela Özcan Deniz, samimiyet başlar, al sana röportaj.”
“Evet, geliyor, sosyal içerikli şeyler ilgimi çekiyor.”
“Ya öyle mi yürür bu işler?”
“Eee tabi... Olmaz ki böyle. Sen ortalıklarda görünmedikçe ne televizyona program diye seni ararlar, ne okur sayın çoğalır...”
“Gel” dedi, “Beraber yürüyelim, bir yolda seninle. Ben aynı zamanda yaşam koçunum, iş bağlamak falan değil sadece. Kitabını da çıkaralım hemen.”
Arkadaşıma döndüm, tamam diye baktı. Sanki ne olur yapma Ayşe der gibi.
Şimdi şarkılarına dizilerdeki oyunculuklarına bayıldığım insanların genç yaşlarda senin satış dediğin şeyden geçmiş olması aklımda türlü şeyler düşündürttü bana. Şu an senle kimler çalışıyorsa araştırmazsam namerdim, bil bunu da.
Bende satış olmaz, bilmem ve de anlamam. Hatta bu nedenle ismini yazıp seni de satmam.
Adını yazsaydım bu yazı muhtemelen manşetlikti ve de bana tanıklık edecek biri de vardı.
Ben yazarım, aklım yüreğim, gücüm ve gazetem izin verdiğince.
Daha iyisini yapmak elbette ki hayalim, kim istemez ki?
Senaryolarım dizi olsun. Belki bir gün oyunculuk yapayım, hep içimdedir. (Gerçi bu saatten sonra anca bir anneanneyi, babaanneyi oynarım belki)
Ya da bir deliyi.
Açılışlara falan da gitmem, doğru... Kimseye yapışmam, o da doğru.
Sanal hayat yerine bağdaş kurup dostlarımla ya da belli mekânlarımda kıkırdamayı ya da gözyaşlarında dertleşip ağlamayı çok severim.
Televizyon projelerim de vardır belki ama reddedilmektense doğru zamanı beklemeyi, uygun görmekteyim.
Ha bu arada beni Ayşe Aral olarak tanımaları çok da önemli değil sayın menajer, Yetiş Ayşe’yim dediğim zaman pazarda, sokakta bana herkes sarılıyor ya, o bana yeter.
Ha bu arada sen hiç Yetiş Ayşe’yi duydun mu?
Ha bir de bu arada seninle çalışacağıma ...! Devamı kötü laflar, Osmanlıcası bile yazılmaz.

Yazarın Tüm Yazıları