Edirne Valisi

Haberin Devamı

ERMENİ tehciri ve mübadele olmasaydı bugün en az 20 milyon Ortodoks Hristiyan bu topraklarda yaşıyor olacaktı. Bu rakama, şayet dışlanmasalardı, en az 2 milyon Süryani de dahil edebilirsiniz.
İttihatçı gelenek Türklük ve Müslümanlık üzerinden bir konsolidasyon planladı.
Bağlı olarak sistematik bir ideolojik tutumla sadece Hristiyanları değil, Yahudi nüfusu da seyreltti.
Bakiye Müslümanlara yaklaşırken de seçici davrandı.
Kürtlerin kimliğini baskıladı. Asimile edebilmek için ülkenin batısına göç fedakarlığı, dahil elden gelen her imkanı zorladı.
Alevileri suspus etti. İnsanlar Alevi kimliğini bugün dahi perdeleme baskısındadır. Yine bugün bile Dersim’e dair hak aramak kolay değildir.
Sünnileri kendi çizdiği çerçeveyle biçimlemeye çalıştı. Kabullenmeyenler tıpkı diğerleri gibi zulümden payını aldı.
Arapları zaten hiç sevmedi, külliyen reddetti, yok varsaydı.
Tüm bunları, asıp – kesmeleri hep bizim iyiliğimiz için yaptığını söyledi.
Sayelerinde, ülke bölünmemişti, irtica gelmemişti, fakir kalmıştık ama onurluyduk...
Bugün bu oldu– bittiler artık sorgulanmak isteniyor.
Üstelik bu uygulamaların yapıldığı dönemlerin koşullarını da düşünerek, ‘yapmasalardı neler olurdu’ ihtimallerini de değerlendirerek sağlıklı bir hesaplaşma zeminine gayret ediliyor.

Haberin Devamı

Umutları çürütüyor

Ama heyhat, zihinlerimizin, bakış açılarımızın şakülleri öylesine kaydırılmış ki en sıradan tartışmada dahi “korumacı” reflekslerimiz anında devreye giriyor, bu ittihatçı anlayışı aklamaya angaje oluyor.
Hep devlet gözlüğü ile, “açık defterleri” ve kendimizi rahatlatacak mazeretler üretmeye çalışıyoruz.
Objektif olmak, evrensel demokrasilerin gereklerinden bakabilmek en münevver bildiklerimize bile zor geliyor.
Hani, muhafazakar iktidarla birlikte yeni bir dönem başlayabilirdi.
Maalesef, iktidar oldular ama onlar da bu fırsatı sadece hoyratlığın patronajında nöbet değişimi olarak algıladı.
O hep bildiğimiz “kendi doğrusuna hayran” tutumlar ceberrut devlet geleneğiyle uyumlaşarak demokrasi baharının geleceğine dair umutlarımızı sürekli çürütüyor.
Evrensel demokrasinin makul, kolay, insancıl bakış açısına bir türlü evrilemiyoruz.
Özeleştiriden ürküyoruz, onun getireceği “kaf dağının arkasındaki” risklerden kaçıyoruz, hesapta küllendiriyoruz ama kapanmayan yaraları kanatanlara, doğal olarak engel olamıyoruz.
Neticede, bir yığın siyasi lafı bir Edirne Valisi ile berhava ediyoruz.

Haberin Devamı

Cumhurbaşkanlığı Sarayı

Mülkiye’de “Uygarlık Tarihi” diye bir ders okuturlardı. Profesör Beşir Hamidoğulları, piramitlerden eski Yunan amfitiyatrolarına kadar görkemli tarihi eserlerin, aslında uygarlığın değil, uygarsızlığın tarihi ve kanıtı olduğunu ifade ederdi.
“Binlerce kölenin hayatı uğruna yapılmış bu yapılar”, söylemi 70’li yılların sosyalist gençleri olarak bize pek bir ikna edici gelirdi.
Yine aynı dönemde, Marksizm için “sefaletin felsefesi” diyen Bakunin’e pek bir kızar, bu açıklamasını “felsefenin sefaleti” diye yanıtlayan Marks’a sıfır şüpheyle iman ederdik.
Oysa, şimdilerde makul akılla farklı düşünüyoruz.

Devlete yakışır

Geçmişten bugüne insanlık tarihin ortak kültürel mirasları herkesin gözbebeği.
İstanbul denilince Ayasofya’dan Süleymaniye’ye, Koca Sinan’ı göklere çıkartırken Edirne’de Selimiye Camisi’ne sahipleniyoruz, övünç duyuyoruz.
Muhtemelen bu neviden yapıların yapıldığı dönemlerde de mutlaka karşı çıkışlar olmuştur.
Buradan hareketle, bir an için kızgınlıklarınızı rafa kaldırarak Ankara’da yeni yapılan Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı (sitesi, külliyesi…) değerlendirebilirsiniz.
Hani mimar değiliz ama bayağı güzel bir yapı. Kaldı ki eleştiri sadece bu yönüyle olsun, hiç problem değil.
“İsraf” ve “kişiselleştirme” bin yıl önce de, bin yıl sonra da hep itiraz gerekçesidir.
O yüzden boşverin.
Bu devlete böyle bir yapı yakışır, yıllar geçtikçe sebep olanlar takdir edilir.

Yazarın Tüm Yazıları