Bu tarz kimin bilen var mı?

Güncelleme Tarihi:

Bu tarz kimin  bilen var mı
Oluşturulma Tarihi: Aralık 01, 2014 01:26

“Tarz değilsin” diyerek birbirlerine Romalı gladyatörler gibi saldıran kızları neden en tutucu aileler bile evlerine davet ediyor? Cevap: Onları evden uzakta tutabilmek için...

Haberin Devamı

Her siyasal-kültürel döneme damgasını vuran ‘trans’ programlar var. Burada ‘trans’ derken, normali (toplumsal ‘norm’ anlamında ‘normal’) ‘aşan’, geçen, hatta parçalayan şovlardan ve şovmenlerden söz ediyorum. Örneğin, AKP öncesi döneme damgasını vuran Mehmet Ali Erbil’in (Mali) Çarkıfelek şovu olmuştu. Mali’de şekillenen tuhaf bir ‘bireylik’ hâli ile yoksulluk ve yoksunluk biraraya getirilmiş, ekranda acaip bir ‘ödül dağıtma’ şölenine döndürülmüştü. Antropolojik literatürden bildiğimiz ‘potlaç’ seremonisi, büyük bir talandan (tabii ki, örneğin bir ‘av’ da olabilir) sonra edinilen kazanımın (‘ganimetin’), bizzat şefin eliyle kabilenin üyelerine dağıtılmasına verilen isimdi.

‘Yoksullar’ programa telefonla bağlanıyor, ‘yoksunluk’ testinden geçiriliyor (Kocan ne iş yapıyor, işsiz mi, kaç odalı evde oturuyorsunuz?) ve ancak ondan sonra, ne kadar ‘hak ediyorlarsa’ onu Mali’den alıyorlardı. İzleyici, bunun karşılığında Mali’ye, her türlü ‘aşma’ (‘trans’) hakkını veriyor ve böylece, Mali de tuhaf, hiperaktif birine, o an aklına gelen her şeyi yapabiliyordu. Yaptı da zaten, hem de ‘canlı’ yayında, neticesini biliyorsunuz.

Haberin Devamı

MUHAFAZAKAR HASSASİYET İÇİN
DAHA EDEPLİ ŞOV LAZIMDI

Bu tarz kimin  bilen var mı

Ondan sonraki siyasal iktidarın, daha da önemlisi, oluşmakta olan muhafazakâr hassasiyetin bu bireylik hâlinden ve yoksulluğun ekranda pervasıca görünmesinden rahatsız olacağını tahmin etmek pek de güç değil. Yoksulluk, ekranda ‘para kazanma’ arzusu tabii ki yok olmamıştı, bunun başka bir yolu, programı olmalıydı. Daha ‘edepli’, muhafazakâr hassasiyeti gözeten bir yol.

Acun’un ‘Var Mısın Yok Musun’ ile keşfettiği tam da böyle bir şovun eksikliğiydi. Bu sefer, çok daha usturuplu bir biçimde sunuluyordu yoksulluk, orta direğe mensup gibi ‘makyajlanan’, eğlenmek, neşelenmek için şova katılıyormuş gibi görünen bireyler ‘yarışmacı’ oldukları andan itibaren belki bir ‘yoksul’a değil ama, dertleri, hayalleri ve endişeleriyle bir ‘yoksun’a dönüşüyordu.

Haberin Devamı

Dahası, oradaki diğer ‘yarışmacılar’ da rekabet hissinden sıyrılıyor, yarışmacıya yardım etmek için çırpınmaya başlıyorlardı. Bir ‘şans oyunu’, dayanışmacı (dönemin ruhunu yansıtan bir şekilde, ‘muhafazakâr’, ‘yardım paketçi’) bir törene dönüşüyor, üstelik kabilenin şefi (Acun) de onlara elinden geldiği kadar yardım etmeye çalışıyordu. Bu şovda, Mali’dekinin tersi bir ‘trans’ durumuyla karşı karşıya kalmıştık. Bu sefer, ‘bireylik’ ya da ‘bireysellik’ yok ediliyor, neredeyse modern öncesi toplumlarda gördüğümüz birey-öncesi bir duruma, bir gruba mensubiyete dönüşüyordu.

‘DEĞERLERİ' PARÇA PARÇA EDEN BİR ŞOV

Bu tarz kimin  bilen var mı

Haberin Devamı

Gelelim bu döneme damgasını vuran ve RTÜK müdahele etmezse, bir süre daha ekranlarda kalacağını düşündüğüm ‘Bu Tarz Benim’e. Yeni bir keşif olduğu aşikâr bu şov, daha önceki şovlara karşı bir tür reaksiyon. Acun’un küçülttüğü, törpülediği tüm bireylik hâllerinin geri dönüşü gibi bir şov bu. Öyle ki, jüri üyelerinden sunucusuna, en sivrisinden en ‘uyumlu’ yarışmacısına, tamamen ‘normal’ ile çatışan, onu yerle bir eden bir ‘trans’ şov.

Şovda, toplumsal dayanışma, nezaket, adalet, yani yıllardır mufazakâr söylemin ürettiği hemen her değer ‘aşılıyor’, parçalanıyor ve tuhaftır, toplanmaya bile çalışılmıyor. Tekrar yazıyorum, şova katılanların ‘aşabileceği’, trans edebileceği tek bir aşama kalıyor, o da kendi ‘bireylikleri!’ Bu aşamadan sonra, herkesin hiper-bireye dönüştüğü, tüm toplumsal kodların sarsılsılğı bir birey-ötesi alana doğru savruluyoruz. Yani, şaşırıyoruz, yetmiyor daha da şaşırıyoruz, bu da yetmiyor.

Haberin Devamı

UCUBE ŞOVLARI GİBİ

Bu tarz kimin  bilen var mı

Bir an durup, düşünelim, şovdaki kızları topluca Nişantaşı’na ya da Cadde’ye yollayalım, ne olurdu? En toleranslı olduğunu düşündüğümüz yerlerde bile, en azından bir şaşkınlık hâli, değil mi? Peki, onları Fatih, Çarşamba’ya yollasak? TV, işte böyle bir mecra, anaakım bir kanalda tüm Türkiye’ye yayın yaptığınız andan itibaren onları her şehre, kasabaya, köye, mahalleye, sokağa, eve yollayabilir oluyorsunuz. Peki, ne oluyor da reytingler hiç de fena olmayan seviyelerde dolaşıyor, hatta özellikle hafta sonları zirveyi yakalıyor?

Burada bir başka şov formatının da, Türkiye ekranına başarılı bir şekilde ‘yerlileştirilerek’ uyarlandığını anlıyoruz: ‘Ucube şovları’ (freak shows). ABD’de de çok izlenen bu şovlara dair bir çok akademik çalışmada belirtildiği gibi, bu şovların tipik izleyicisinin (muhafazakâr, orta sınıf gelir seviyesinde ve çoğunlukla kadın) hayat tarzıyla (‘tarz’ sözcüğünün altını tekrar çizelim!) ekranda görünenlerin hemen hiç bir alâkası yoktur. Aksine, ekrandakilere bakarak kendi hayatlarına, değerlerine daha da çok sahip çıkar bu izler-kitle.

Haberin Devamı

EVE DAVET ET, SOKAKTA REDDET

Bu tarz kimin  bilen var mı

Demek ki, bu tip şovlar, ekran deneyimini tam ortasından ikiye bölmektedir. Açıklamaya çalışayım. Daha bildik olan, ekran başındakilerin, ekranda gösterilen herhangi bir programı (bir şov, bir dizi, bir yarışma) eve, oturma odalarına ‘davet etmeleri’, onunla vakit geçirip, oradaki hikayeleri, karakterleri bazen kabul edip, bazen de etmemeleridir. Yani, izleyici evde, ekran başında ikiye bölünür çoğunlukla. Bu işin normali budur. Ama, ucube şovlarında, ekranda görünenler neredeyse tamamen reddedilir. Eve davet edilmez ekranda görünenler, aksine evden nasıl uzak tutulabileceğine dair bir saikle dikkatle izlenir.

Bu Tarz Benim’in yarattığı sansasyonun da pek ‘normal’ olduğunu iddia edecek hâlimiz yok zaten. Bir yandan, bazı jüri üyeleri genellikle tîye alınırken, yarışmacı kızlara dair yorumların ağır bir ‘nefret söylemi’ içinden yapıldığını kolayca fark ediyoruz. Şovun sırrı, bu kızları sürekli olarak bir nefret öznesi hâlinde bırakabilmekte gizli aslında. “Bugün tarz değilsin!” yorumunun kışkırttığı bir ruh hâli bu, zaten birbirlerine de, Roma İmparatorluğu dönemindeki gladyatörler gibi saldırıyorlar sürekli olarak ve farkındaysanız, sihirli bir sözcüğün etrafında dönüyor tüm çarpışma.

‘YEMEKTEYİZ' TAKTİĞİ

Bu tarz kimin  bilen var mı

Hangi sözcük mü, tabii ki ‘tarz’. Bu şovda tarz, ‘iktidar’ sözcüğünün ‘trans’ hâlinden başka bir şey değil. ‘Tarzın var’ demek, jüriden o tebrik cümlesini almak, arenanın ortasında rakiplerini yenen (yok eden, ‘öldüren’) bir gladyatörün kazandığı alkışlardan hiç de farklı değil. Bu kadar ‘sert’ mi sahiden bu şov? Bu sorunun cevabı olarak bir 5 yıl öncenin bir başka ‘başarılı’ şovunu hatırlatarak ve bir başka soruyla cevap vereyim. ‘Yemekteyiz’, yapılan yemekleri ve yemeğin lezzetini hakkıyla değerlendiren insanların yarıştığı bir şov muydu? Aksine, yemek gibi gündelik, sokaktaki insanların hayatında ister istemez yer alan bir konunun içinden entrikalar çıkartabilen, rekabet, ittifak ve uzlaşmazlık durumlarına dair strateji ve taktiklerin ne olabileceğini ustaca gösterebilen bir şovdu.

KİMİN TARZI VAR Kİ?

Şimdi de elimizde moda gibi, hemen herkesin izlemese de haberdar olduğu bir konu var. Şov, moda ile bireysel zevki ustaca biraraya getiriyor ve kişisel bir ‘tarz’ olarak tarif ediyor. İşte, şovun başarısı tam bu noktada şekillenmeye başlıyor. Hemen kimsenin, modayı takip etme anlamında söylüyorum, modayı izlemediği bir memlekette, bir tarz sahibi olma iddiası zaten yeterince sinirlendirici bir durum çoğu izleyici için. Böylece, programın matematiği de kurulmuş oluyor. Tarz diye iddia edilenin ‘ucubelik’ hâli ile izleyen çoğunluğun hayatlarındaki ‘tarzsızlık’ karşı karşıya geliyor. Ekranda gösterilen, ‘tarz’ olduğu iddia edilen her şey, sunanların garabeti ve üslûbu da düşünüldüğünde kolayca reddedilebiliyor. İzliyorlar, kalayı basıyorlar; izliyorlar, tîye alıyorlar, izliyorlar, aşağılıyorlar. Olmadı mı, beğenmiyor, zaplıyorlar. Temiz iş.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!