20 sene tuvalette kalınca

Haberin Devamı

SEVGİLİ Sıtkı Şükürer köşesinde, Hasan Denizkurdu’nun Gözlem’de yayınlanan açıklamasına göndermede bulunmuş: “... İş ve siyaset dünyasının duayeni, İzmir geleceğinin siyaset aracılığıyla yükselebileceğini ifade ediyor. Kürtlerin Doğu ve Güneydoğu’da yaptıklarının bir benzerinin İzmir ve Ege’de gerçekleştirilebileceğini belirtiyor. 20 kişilik bağımsız milletvekili grubuyla bölgenin haklarının korunabileceğini söylüyor. Esasında yerel yönetimlerini güçlendirmiş bir Türkiye özlemini ifade ediyor. Hasan Bey’i aykırı bulabilirsiniz. Mühim değil. O bilerek cesur bir çıkış yapıyor” demiş. Nietzche’den de bir söz sıkıştırmış araya: “Abartıyorum, çünkü anlaşılmak istiyorum.”
1995 yılı, 20. Dönem genel seçimlerinin arefesindeyiz.
2. Bölge’den “Bağımsız Milletvekili Adayı”yım.
O günkü hesaba göre, barajsız marajsız 60 bin oy seçilmeye yetiyor.
Hepsi hepsi, bir Atatürk Stadı dolusu seçmenden bahsediyoruz yani.
Ben, eşim, eş-dost, arkadaş, birkaç da gönüllü “seçim beyannamesi” dağıtıyoruz.
“Egemenler, siyasî partiler ve seçim kanununu değiştirmeyecekler, delege düzeninde piyon bile değilsiniz Boşuna oyalanıyorsunuz. Sizi adam yerine koymayan siyasî partilere bir ders verin. Sizin de bir milletvekiliniz olsun” sloganıyla oy istiyoruz.
Yüzümüze karşı bir şey söylemiyorlar ama, “mahallenin delisi” gözüyle bakanların sayısı da pek az değil.
Derken, Şükrü Saraçoğlu ile karşılaşıyoruz Bornova pazarında.
“Olur mu öyle şey?” diyor, “Siyasî parti olmadan siyaset mi olurmuş?”
Etrafındaki şakşakçıları ve çok bilmişler, “Doğru tabii” diyorlar; “Olmaaaaz... Yaşa, varol, hurraaaa...”
Bu, bizim o günlerde “dinozor seçmen”den aldığımız klâsik tepki zaten; “Haydi beyim kolay gelsin” deyip ayrılıyoruz...
Bahsi geçen makaleyi okuyunca, hayalhânemde, 50’li yıllara giden tebessümler canlandı ister istemez. Babamın bir teyzesi vardı. Nûr yüzlü, ipek saçlı, gözleri hep gülen “İffet teyzemiz...” Öykü, Kuzguncuk’ta oturdukları yıllarda geçer diye hatırlıyorum. İffet teyze pek temiz, pek titiz bir hanım. Azcık da evhamlı... Bu yüzden, tuvalete girdiğinde pek uzun kalırmış. Günlerden bir gün, kendisi içerideyken bir ahbap gelmiş ziyarete. Eşi Necati enişte, buyur edecek ama, biliyor ki hanım çok geç çıkacak; ayaküstü uyduruvermiş:
“İffet Hanım” demiş, “Üsküdar’a kadar gitti, biraz gecikir. Siz isterseniz akşamüstü uğrayın...”
Bu sebeple, bizim ailede, içeride uzun kalanlara, “Üsküdar’a gitti” denir.
Geleneksel kısır döngüye çok takılmak, kentlere de, ülkelere de işte böyle zaman kaybettiriyor. Abartının, aykırı inisiyatifin filizlenmediği, boy atamadığı yerlerde, bir kentin siyasî kaderi, çeyrek asır boyunca “sen, ben bizim oğlan”a emanet edildiği noktada çakılı bekliyor. Aynı deney, farklı sonuç vermiyor çünkü... Çünkü, içeride kalanın uzaklara gitmesi, gördüğünüz gibi hoş yakıştırmadır sadece.
Demem o ki:
“Geciktiniz efendim; 20 sene kadar...”
Hem de o kadar geciktiniz ki, e atı alan Üsküdar’ı geçti...
Bir şehir 20 sene tuvalette kalırsa olacağı budur!

Yazarın Tüm Yazıları