Biz kendimizi yaz aylarında besiye çekeriz

DAHA geçen hafta bugün denize girmiş, yarım saat yüzmüştüm.

Haberin Devamı

Bugün sırtımda yün hırka, ardımda kalorifer peteği bilgisayarın başında oturuyorum.
Sokağa çıkmaya yüreği olanları yağmur, çamur, zifof, trafik keşmekeşi bekliyor. O da yetmezse her köşe başında karşınıza çıkan dilencisi, tinercisi, Suriye göçmeni. Al sana gözümün nuru, gönlümün süruru, memleketin incisi İstanbul.
Yine de haline şükredenlerdenim. En azından pantolon giyebiliyorum.
Düşündüğünüz gibi değil efendim!
Bodrum’da eteklikle gezmiyorduk ama her yaz dönüşü götürdüğümüz pantolonlara sığamadığımızdan, Bandırma Feribotu’ndaki tek “bermudalı şahıs” oluyorduk.

***

Ağustosun üçüncü haftasında yazı amirim Arap Fikret Bey’in “Ampul Partisi’nin kongresi var. Gidip yazar mısın?” şeklinde rica kisvesine bürünmüş talimatını aldığımda ilk yaptığım şey, elimin altındaki en geniş pantolona girmeye çalışmak oldu.
Araya taraya Yalıkavak esnafından temin edebildiğim pantolonun içine girmesine giriyordum ama önü kapanmıyordu. Pantolonla birlikte on kilo daha almış olmalıydım.


EN YENİ DİYET BU!

Kıvırcık yaprağı, domatesten oluşan “Selahattin Bey Diyeti”ne o saat başladım. Günde sekiz-dokuz saat yürüme ve iki saat de yüzmeyi etkinliklerime ekledim. Bir hafta sonra pantolonun önünü kapatmaya başlamıştım.
Sadece yeşillik yani ot yemekle zayıflanmıyor. Eğer işe yarasaydı sığırı, davarı ot yedirerek besiye çekmezlerdi. Önlerine domates soslu makarna, yanına da üzeri kaymaklı künefe koyarlardı.
Yeşilliğe dadandıktan sonra illa ki hareket edeceksin. Zayıflamak ondan sonra mümkün oluyor.
Kendi icadım diyeti kendime uygulayıp eylül-kasım aralığında tam on yedi kilo verdim. Yukarıda dediğim gibi Bandırma Feribotu’na pantolonla binebildim.
Beni her yaz bu hallere düşüren “kaderin beni tesadüfen yazlıkta bir araya getirdiği” zengin komşularımdır.
Bunların yaşama ritüelleri yeme içme üzerine olduğundan, etki alanlarından kurtulmak mümkün olmuyor. Düzenli olarak, her akşamüstü denizden çıkıp, sosyal tesisin masalarına yayılıyorlar.

***

Önce o günü kutsamaya “Beluga Votka” ile başlıyorlar. Şişesi yüz elli lira. Şaşırdın da masaya seksen liralık şişe koydun mu itibarın o saat biter. İlk iki kadehten sonra mideler başka tülü “SOS” verdiğinden akla yemek düşüyor.
Zengin olmanın bir avantajı da bu.
Acıktığın zaman “Ne yiyeyim?” diye düşünmüyorsun. Yazlıkta 7/24 hizmet veren aşçıya haber yollayıp “Bir şeyler hazırlamasını” istiyorsun. En geç yirmi dakika sonra “başlangıçlar” sofraya düşmeye başlıyor.


SİNİR ŞİŞMANLATIR

Senin aşçın var da öbürünün yok mu? O da kendi aşçısına talimat veriyor. Sonra öbürleri.
En geç yarım saat içinde ortam “yemek yarışmasına” dönüyor.
Birleştirilen masalar yaz aylarının Yeşilköy Havaalanı’na dönüyor. Masaya inip kalkan servis tabağının sayısını tutamazsın.
Benim aşçım, hizmetçim yok. Hepsi “kendim” oluyorum. Benim işim, önüme geleni yemek. Ardımda kalanı tepmek. Ne işin var zenginlerin sofrasında derseniz, cevabım böyle olur:
“Zengin ister dünyayı tutam, fakir ister peşinden yetem..”
Bereket zengin komşularımın gönlü de zengin. Akşamüstleri kurulan sofralarda hem kendileri eğleniyor, hem beni doyurmuş oluyorlar.
Benim o sofralardaki varlığım ise onlara “Bak fakir fukarayı da doyurup sevap işliyoruz” duygusu verdiğinden, ters bakan yok.

***

Bereket zengin komşularımın “yaz tatili” erken bitiyor. Bunlar kendilerini en geç eylül başında evlerine dönüp, paralarını saymak zorunda hissettiklerinden sahiller boşalıyor.
Ben de “orta sınıftan” tanıdıklarla baş başa kalıp, diyete başlayabiliyorum.
Bu yaz 114 kiloyu görmüş, yıllık kasaba panayırında “en güzel inek yarışmasına” katılabilecek kıvama gelmiştim.
Şükür on yedi kilosundan kurtulduk, üstelik memleket gündemine takılmadan diyetime devam ediyorum.
Siz de gündeme takılmayın.
“Amerika’yı bizimkiler keşfetti” veya “Kadın-erkek eşitliği fıtratta yok” lafları, bir lenger pilavı adama bir oturuşta yedirtir.



Yazarın Tüm Yazıları