Aşırı e‘RTÜK’ öpüşmeler ve sansürde özlediğimiz ‘normalleşme’ dönemi!

RTÜK bilimsel bir kurum. Öpüşmenin kitabını okumadan rapor yazmıyor. Eh memlekette de hem özgürlük hem de ‘iç dinamikler’ var. Öyle önüne gelen dudaklarını erotik amaçlar için kullanamaz arkadaş!

Haberin Devamı

Başlık sosyo-biyolojik tez başlığı gibi oldu. Duş başlığı gibi olmasından iyidir. Çünkü RTÜK duş görünce de basıyor cezayı. Öyle Bir Geçer Zaman Ki’de rekor ceza alan duş altında öpüşme sahnesinden sonra geçen gün MGM’de geceyarısından sonra yayımlanan bir film de duşlu sahnelerden ötürü RTÜK’ün gazabına uğradı. E ama duşunuzu edebinizle alın siz de kardeşim! Zaten bence bu yüzden Anadolu yakasına dört gün su verilmeyecekti! Aklınız başınıza gelsin diye. Sonra acıyıp vazgeçtiler. Ama istismar etmeyin! Televizyonda her gördüğünüzü yapmayın. Çabucak yıkanın çıkın!
Sansüre inanmam ama sansürsüz de kalmam! Avrupa Yakası ‘salak, aptal, lan’ gibi kelimeler kullanıldığı için RTÜK’ten ceza almıştı. Yalan Dünya da bar sahnesinde içki içildiği için. Diyeceksiniz ki “Ya ne içileceedi?” Valla RTÜK’ten detaylı bir açıklama gelmedi. Ben bir alkolsüz kokteyl tarifleri kitabına atıf beklerdim doğrusu. Zira RTÜK’çüler, Kara Para Aşk dizisindeki öpüşme sahnesine verdikleri cezanın raporunda bir referans kitap ve aydınlatıcı açıklamalar arz etmişler. Rapor şöyle: “Amerikalı profesör William Cane, ‘Öpüşme Sanatı’ isimli bir kitap yazmış ve 25 çeşit öpüşme olduğunu ayrıntılı olarak anlatmıştır. Bu 25 çeşit içinde ise ‘Lip-o-suction modelinde çiftlerden biri diğerinin alt dudağını emerken diğeri onun üst dudağını emiyor’ diye açıklıyor Cane. Burada izlettirilen ve ekranlarda görmeye pek alışık olmadığımız öpüşme sahnesinde bu öpüşme stili gösterilmiş.”
Yani RTÜK öpüşmeye değil, modeline karşı! Diğer 24 çeşitten biri olsa, hadi neyse. Rapor “İzleyiciye, öpüşmenin bir iki adım ötesine, erotizme geçen ve uzun uzadıya bir öpüşme gösterilmektedir” diye devam ediyor. Yani, çok affedersiniz, alt ve üst dudak kafasına göre erotik işlere girmese, cezalık bir şey olmayabilir. Ancak ‘lip-o suction’ tabir edildiğini öğrendiğimiz ‘teknik’, sanırım ‘ekranlarda görmek istemediğimiz hareketlerden!’
New York Times birkaç gün önceki makalesinde Türkiye’de Modern Sanat Fuarı’nın çılgın attığını ama sanatta sansürün de coştuğunu söylüyordu. Öyle bir ülkeyiz ki gazetenin de kafası karışmış! Yazar makaleyi nasıl toparlasın bilememiş. Heykellerin kaldırılmasından, tiyatrolara destek verilmemesine, Fazıl Say’dan okullarda yasaklanan veya kesilen klasik romanlara birçok şeyden bahsetmiş. “Fakat bienal de muhteşemdi” demiş. Sonunda bu ülke gibi şizofren olmamak için “Türkiye’de geçmişten bahsetmek daha kolay ama Cumhurbaşkanı hakkında konuşmak büyük sorun” diye bağlamış.


Sultan-i Yegâh bir noktayla kaybetti!

Ben bahsedeyim geçmişten. 80’lerde Sultan-ı Yegâh diye bir şarkı vardı. “O makamın adı Sultan-i Yegâh” diye yasakladılar. Bir nokta yüzünden mi gitti koca şarkı? Yoo. Besteci-solist Ergüder-Nur Yoldaş çiftiydi ve soyadlarının çağrıştırdığı kadar ‘sol görüşlü’lerdi! 80’lerde ‘solcu olmak’ da devlet için bugünkünden ‘daha bile fena’ bir şeydi. Kürtçe şarkı söylemeyi zaten bırak, ‘Kürtçe şarkı’ demek bile söz konusu değildi.
Artık şarkılarda sorun yok, şükür. Yeter ki dansçılar açık saçık giyinmesin, klipte erotik dans figürleri bulunmasın, içki içilmesin, bir de şarkıcı ‘Gezici’ olmasın. Eh o kadar olur. RTÜK’ün hep bahsettiği ‘genel iç dinamiklerimiz ve ahlaki kodlarımız’ var sonuçta. Fazla özgürlükten düşüp bayılalım mı canım? (‘Gezici’ derken seyahat seven insanlardan bahsediyorum, aman ha, yerin kulağı var bak!)
Bu günler, ülkenin otosansürden ve ‘siyaseten doğruculuk’tan kırılıp döküldüğü günler. Meslek grupları, takım taraftarları, bir şehrin hemşehrileri, onlarla ilgili bir şakaya veya kendilerinden olan sevilmeyen bir karaktere hep isyan ederlerdi, artık doruğa çıktı. Bir dizide imam kılığına girerek hırsızlık yapan bir hırsız karakteri bile rahatsızlık yaratabiliyor. Medyadaki söylem de otosansürlü. ‘Türbanlı’ kelimesi başörtülü hanımların sevmediği bir tabir, o yüzden “Başörtülü” diyoruz. Eyvallah. Öte yandan, bırakın ‘Türk vatandaşı’nı, ‘Türk sineması’ denmesine gıcık olan bile var. Dikkatli konuşulacak, “Ama öyleydi böyleydi” demeden her hassasiyete saygıda sınır tanınmayacak yani.
Galiba şimdilerde avazınız çıktığı kadar, terbiye sınırlarını duman edene kadar hakkında atıp tutabileceğiniz bir tek kişi var: Atatürk! O konuda siyaseten doğruculuk, nezaket, manevi değerlere, hassasiyetlere saygı filan, ara ki bulasın! Eleştiriyi geçtim, iftiranın, sistemli hakaretin bini bir para. Günün ‘genel iç dinamikleri ve ahlaki kodları’ açısından, Atatürk’e ağzına geleni söylemenin bir sakıncası yok sanırım!
Sansüre karşı, özgürlükçü, demokrat insanlar, sabretmeyi, dinlemeyi, medenice tartışmayı bilir. Ama her söylenen sözün belleklerde kaydı, tarihin de sonsuz hafızası vardır. Hatırlatayım...

Yazarın Tüm Yazıları