İş kazaları utanç belgemiz

Haberin Devamı

Salim Kadıbeşegil, DijitalKSS’nin konuğuydu.
“KSS” nedir?
Kurumsal Sosyal Sorumluluk...
Kadıbeşegil, bu konunun Türkiye’deki öncülerindendir.
Röportajın bir kısmını bugün sizlerle paylaşmak istedim. İtibarın sorgulandığı, herşeyin herşeyle karıştığı, herkesin hala el yordamıyla bir şeyler yapmaya çalıştığı bu dönemde Salim Kadıbeşegil’in sözleri önemli...
Geniş bir özet...


***


- Türkiye’nin Kurumsal Sosyal Sorumluluk yolculuğunu belki de en iyi bilen isimsiniz. Geçmişten günümüze baktığımızda ne aşamadayız. En önemli köşe taşları neler?
- KSS dediğimiz olgu “sorumsuzluklarımıza” yapılan pansumandan başka bir şey değil. Özellikle sanayi devriminden bu yana başta insan olmak üzere yaşamın doğal dengesine karşı işlediğimiz suçlar artık “suçüstü” konuma geldiği içindir ki, “sosyal sorumluluk” diye bir kavram icat ettik. Aslında yönetim gurusu Peter Drucker, iş dünyasını 1950’lerde çok net bir şekilde uyarmıştı. “Öncelikle topluma karşı sorumlusunuz...” ve “İşinizi gücünüzü bu sorumluluk anlayışı ile yönetmezseniz bir süre sonra işlerin içinden çıkamayacağınız durumlarla karşılaşabilirsiniz” diye. Ancak kimse dinlemedi ve bizler bugün pek de çözümü olmayan sorunlarla baş başa kaldık. Temel sorun, insan hakları ve çevre tahribatı içinde kaldı. Bu duyarsızlık 20. yüzyılda “para”yı araç değil “amaç” haline dönüştürdü ve topluma bir “değer” olarak dayatıldı. Evrensel ölçekte bu olup bitenler Türkiye için de geçerliydi. Örneğin; zararlılar için kullanılan DDT bir tarım ülkesi olan Türkiye’yi gerçek anlamda zehirledi. Temiz toprak kalitesi yok oldu gitti ve bu “devlet” eliyle yapıldı. Sanayi tesislerinin akarsular, göller, denizler sınırlarında kurulması uzun yıllar özenle teşvik edildi.
- Peki bizi ayıran, ayrıştıran nelerdi? Bilmeden, anlamadan neler yaptık?
- Yaşadığımız topraklar hem yaygın İslam felsefesi, hem de bu felsefenin toplumsal çıktılarından biri olan vakıflar kanalıyla bugünkü anlamda sorumluluğun sosyal boyutu aslında yaşama uyarlanmıştı. Kaynaklar 1500’lü yıllarda sadece İstanbul’da 2500’den fazla vakıf olduğunu gösteriyor. Bu vakıflar “toplum yararına vakfetmek” adına, okullar, hastaneler, camiler, medreseler, çeşmeler yapıyordu. Bir de başta ahilik olmak üzere toplumun farklı kesimlerini felsefesinin içine dahil eden kavramlarla “sorumluluğu” her gün içinde yaşanılan bir boyut olarak karşımıza çıkartıyordu. Sistemin bozulduğu yer maalesef özellikle 1950’ler sonrasında “küçük Amerika” sevdasıyla sorumluluklarımızın yerini hızla maddi değerlere terk ettiğimiz bir döneme işaret ediyor. 1990’ların sonlarında evrensel ölçekte bu anlayışın bir yerlerinde olmamız gerektiğini anladık, ama oldukça ciddi bir tahribata tanık olduktan sonra... Son günlerde Soma’da Yırca köyü zeytinliklerinde veya üçüncü havaalanı ve çevre yolları kapsamındaki gelişmeler karşısında sorumluluklarımızla ilgili ne kadar yol aldığımız ise ortada duruyor!
- Daha spesifik sormak gerekirse iş kazalarında liderliğe doğru giden bir ülke olarak kurumsal vatandaşlık ve sürdürülebilirlik çalışmalarında ülke olarak umut veriyor muyuz?
- Devlet kendi öncelikleri, stratejisi ve siyasetiyle bu alanlarda toplumun beklentilerinin önünde gideceğine arkasına düşmüştür. Bu durumda başta şirketler ve sivil toplum kuruluşları devletin yetersizliklerine yama yapmaya çalışıyor. İş kazaları ise insanı ne kadar önemsediğimizin utanç belgesi... Tuzla’da gemi yapım tesislerinde çok sık aralıklarla yitirdiğimiz işçiler, yerin binlerce metre altında çalışan madencilerle bu belge önümüze geliyor. Kurumsal vatandaşlığa uzanan süreç önce “bireysel sorumluluklar” ile başlar.

Haberin Devamı


Drucker’ın sözünü değiştiriyorum

Haberin Devamı

SOMA’da yaşananlar, Ermenek’teki manzara, asansör faciaları, cinayet gibi trafik kazaları ve diğerleri gösteriyor ki, pansumanla, birkaç rötuşla bu işler bitecek gibi değil. Bu işlerin duayeni Peter Drucker, “İşinizi bu sorumluluk anlayışı ile yönetmezseniz bir süre sonra işlerin içinden çıkamayacağınız durumlarla karşılaşabilirsiniz” diyor ya...
İşte biz tam da bu noktada, içinden çıkılmaz bir haldeyiz.
Ama görüyorum ki, facialardan ders almıyoruz.
O yüzden Drucker’ın “Öncelikle topluma karşı sorumlusunuz” sözünü Türkiye için, “Öncelikle kendimize karşı sorumluyuz” şeklinde değiştiriyorum. Çünkü, kendine saygı duymayan, kendi sorumluluklarını bilmeyenden zaten topluma da fayda gelmez.

Yazarın Tüm Yazıları