Annesinin öleceğini anlamış gibi bütün gece içini çekti

Siz istediniz, ben devam ettim...

Haberin Devamı

Bana yüzlerce “Bu konunun peşini bırakma!” mail’i geldi, dün hurriyet.com.tr’de bir kısmını yayınladım. Madem öyle, bugün de huzurlarınızda Kadıköy Şifa’da bebeklerin karıştığını anlayan ve bu olayı ortaya çıkaran diğer anne var...
Gülay Koçyiğit’i buldum, konuştum.
Olayın nasıl gerçekleştiğini anlatıyor.Bu arada, hastane sahipleri konuşmak istiyormuş, hay hay, tabii ki onları da dinlemeye hazırım...

Siz çocukların karıştığını nasıl anladınız?
- Önce bir şey anlamadım. Doğum sezaryenle oldu. Ameliyattan çıkınca annemlere, eşime bebeğimi sordum, fotoğraf makinesinden bir fotoğraf gösterdiler. Doktorun bebeğimi ilk çıkardığı an. Ama odaya gelen bebek sanki biraz farklıydı...

Bir şey söylemediniz mi?
- Dedim... “Bu, fotoğraftaki bebek değil ki!” dedim. Eşim de dedi ki, “Demek temizlendi böyle oldu!”


İnsan kucağındaki bebeğin annesi olup olmadığını anlıyor mu?
- Hayır! O esnada ne verilirse verilsin, kendi çocuğunuz zannediyorsunuz.

‘Kime benziyor’ diye konuşuyor muydunuz aranızda?
- Hayır, hiç konuşmadık. Şahane bir bebekti.

Peki, huzurlu bir bebek miydi? O 24 saat nasıl geçti?
- İşte en çok dikkatimizi çeken o oldu! Çok iç çeken bir bebekti Mert. Hani bir şeye üzüldüğünüzde, sıkıldığınızda derin derin nefes alırsınız ya, öyle. Hatta annem, “Yavrum niye böyle yapıyorsun? Annen yanında, baban yanında... Artık üzülme, iç çekme!” dedi bütün gece boyunca. Mert hep göğsümdeydi. Her an emzirdim, annem göğsümden her aldığında ağlıyordu. Bir türlü yatıramadık Mert’i. Sonradan yaşadığı şeyleri düşününce neden iç çektiğini anladım. Çocuk sanki hissetmiş annesinin öleceğini...

Annesinin öleceğini anlamış gibi bütün gece içini çekti
Duygu ve Mert

Allah kimsenin başına vermesin!

Sonra ne oldu da bebeğin göğsünü açtınız ve Duygu Alıçlı ismini gördünüz?
- Benim doğumum 10 Eylül saat 17.00’de oldu. O akşamı öyle geçirdik. Ertesi öğlen arkadaşlarım geldi, onlar gidince, hemşireler bebeği yıkayacaklarını, benim de eğitim amaçlı gelip izlemem gerektiğini söylediler. Hep beraber bebek odasına gittik. Sonra bebeği soydular. Ben üşütürüz düşüncesiyle daha önce hiç soymamıştım. Ayak bileğine ya da göğsündeki isme bakmak da aklıma gelmedi. Banyo için üstünü çıkardıklarında, göğsünde Duygu Alçıcı yazdığını gördüm. “Bu nedir?” dedim. Zaten o sırada hemşireler bembeyaz oldu. Pusete baktılar, orada benim ismim yazıyor, ama göğsünde Duygu’nun. Kendi aralarında konuştular, bir karışıklık olduğu belliydi.

O an ne hissettiniz?
- Bebek benim bebeğim de, Duygu isimli başka bir bebeğin etiketiyle karıştı zannettim. O ismin anne ismi olduğunu anlayamadım.

Nasıl bir şaşkınlık yaşadınız?
- Şaşkınlığın ötesi! Şok yaşadım! Bir şey de söylemiyorlar. Odaya gidip eşimi aradım. “Niye bebeğin yanında değilsin! Git ben de geliyorum!” dedi. Geri döndüğümde beni odaya almak istemediler. Birkaç hemşire kapının ağzındaydı. Bir şekilde kendimi içeri attım. Bu sefer iki bebeğin orada yan yana yattığını gördüm, işte o zaman anladım! Çünkü yeni gelen bebek, o fotoğraftaki bebekti. Benim bebeğim yani. O anda sandalyeye çöktüm, ağlamaya başladım.

Bu nasıl, ne kadar büyük bir travma bir anne için?
- İnanılır gibi değil. İnsan bütün hücrelerine kadar sarsılıyor. İşin acıklı tarafı, hemşireler bana “Sorun yok, sorun yok” diyorlardı. “İyi de ben olayın tıbbi tarafında değilim ki, duygusal boyutundayım” dedim. Dünyaya bir bebek getirmişim ve bu benim ilk bebeğim, kendime geldiğimde göğsüme ilk koyulduğunda hissettiklerimi ben kendi bebeğimle paylaşamadım. O esnada öyle zannettim ama benim öyle tekrarlanacak bir anım yok şu anda. Onlar hâlâ iki bebeğin de sağlıklı olduğunu, etiketlendirme konusunda sorun yaşandığını anlatıyorlardı. “Karışıklık” lafını hiçbir şekilde dile getirmek istemediler. Sonra eşim geldi.

Bebeklere bakınca ne hissediyordunuz?
- “Ben Mert’i bırakıp kendi bebeğime nasıl ısınacağım” diye düşünüyorum. Çünkü Mert’i benimsemiştim. Yeni bebeğe, yani Yekta’ya nasıl alışacağım...

Annesinin öleceğini anlamış gibi bütün gece içini çekti
Gülay ile Yekta


Peki Duygu’nun gelişi nasıl oldu?
- O daha da trajikti. Travmatikti. Geldiğinde bembeyazdı. Zannedersem eşi Dumrul Bey koridorda söylemiş, şok yaşıyordu. Onu da oturttular. Kendinde değildi sanki. Onun için benimkinden daha ağır bir yüzleşme oldu. Zaten o sırada hastaymış, biz tabii tüm bunları çok sonradan öğreniyoruz. Çok, çok yazık oldu!

Siz bütün bedelin hemşirelere ödetilmesine ne diyorsunuz?
- Tabii ki doğru bir davranış değil. Ortada büyütecek bir durum yok gibi davrandılar. Çok basite indirgediler. Çok sonra hastanenin başhekimi geldi, o hemşirelerin işine son verdiklerini açıkladı.

Ya o etiketi göğsünde görme-seydiniz ne olacaktı? Yanlışlıkla düşseydi...
- Bütün bunları hastaneden çıkıp eve geldikten sonra fark ettik. Hakikatten çok ciddi bir şey atlattığımızı idrak ettik...

Duygu’nun ölümünü duyunca ne hissettiniz?
- Çok, çok üzüldüm. Bu kadar genç bir insana ölümü yakıştıramıyorsunuz. İnanılmaz üzüldüm ama küçük Mert’e de çok üzüldüm. Annesiz büyüyecek olması içimi parçaladı. Aramızda bir bağ kurulmuştu. İleride görüşmek isteriz, Yekta’yla arkadaş olsunlar isteriz. Mert’in bizim hayatımızda her zaman farklı bir yeri olacak...

Yazarın Tüm Yazıları