Kral Abidin

Haberin Devamı

UNUTULMAZ bir fotoğraf karesidir. Bir protokol sofrasında “ebedi şef” Atatürk ve “Milli Şef” İsmet İnönü “frak” şıklığında yemek yerlerken, ikisinin arasında ve yine benzer şıklıkta servis yapan “şef garson”. Ertesi gün gazetelerde “üç şef birarada” alt yazısıyla servis edilen fotoğrafın tek parti dönemi için tehlikeli bir espri olduğu söylenebilir. Esasında meslek tarifi gereği daima bir adım geride kalan şef garsonlar, bulundukları iş ortamının birinci derecede düzenleyicisidir. Bilmiyorum farkında mısınız, son dönemlerde iddialı restoranlarda sadece aşçılar ön plana çıkıyor. Gazete sütunlarında, TV’lerde hep Michelin yıldızlı şefler, göklere çıkarılıyor. Her nedense “garsonun adı yok”. Şüphesiz iyi bir restoran, iyi bir servisten soyutlanamaz. Lezzet, ambiyans, hijyen hepsi bir arada tıkır tıkır işleyen bir garson hizmetiyle anlamlanır, değer kazanır. Bir restoranı restoran yapan gizli kahramanların başında, sanki biraz ihmal ettiğimiz “garsonlara” bir hak teslim etme ihtiyacıdır bize bu yazıyı yazdıran. Bu cümleden hareketle, sıklıkla gittiğimiz Çeşme’deki efsane garsonlara selam yollamak boynumuzun borcudur. Kimler mi? İlk anda akla gelenler; Rahmi Koç’un gözdesi Abidin. (halen Levent’in yerinde) Cevat’ın Yeri’nin çoğu 30’u yılı aşmış kıdemleriyle Yılmaz, Lider, Sedat, Sabo ve diğerleri Ildır, Feti’ni Yeri’nde Bestami, Ferdi Baba’da Yaşar, Yılların eskitemediği duayen Latif Amca (Orfoz Latif) ve daha pek çok uzun yol emekçisi. Onlar, her gittiğinizde hep oradadır. Her zaman güleryüzlü, enerjik ve çalışkandır. Sevgili dostlarımıza saygılar sunuyoruz. “Beraberce yaşlanmaya devam” diyoruz.

Haberin Devamı

Barış tek seçenektir

“Para isteme benden, buz gibi soğurum senden” İNSAN ilişkileri rutin biçimde akıp giderken, bazen ani bir şoklamaya uğrar. İyi hallerimiz mülkiyet sahamıza bir tecavüz vaki olduğunda, rengini koyu kahverengiye dönüştürür. Hepimizin içinde sakladığımız bir “bencil” öz vardır. Medenileşmeye çalıştıkça bu yönümüzü perdelemeye çalışırız. Bu anlamıyla medenileşme, sürekli vermektir aslında. Vermek, hiç şüphesiz çoğalmaktır. Ancak yeni geldiğinde “alabilme” rahatlığını hissetmeniz koşuluyla. Ancak vermenin bir sınırı vardır. Devletin gazabı “Senin iki evin var, birini bana ver” diyen yakın arkadaş talebi, tabii ki sizi ikna etmez mesela. “Derviş duruşu” ya da felsefik konsantrasyonla “yumuşamış hallerimizi”, muhtemelen içgüdüsel olan mülkiyet duygusuyla pek karşılaştırmamak gerektiğini hep biliriz. Bu, Şeyh Bedrettin için “yar yanağı”dır, Devlet sahibi milletler yönünden “toprak”. Evrensel demokrasi, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, kültür, dil farkı, bunların hemen hepsi... Kürtler, “Biz Türkiye Devleti’nden ayrılmak istiyoruz” dediklerinde, tüm diğer entelektüel ezberler gibi bir anda şaşırır, “niye, neden, ne hakla, kolay mı” soruları önce tepkiye sonra tahrike, tehdide, savaşa ve kana savrulur. Bu coğrafya ne İskoçya’dır ne de İspanya. Aklın çaresiz ve mazlum olduğu, geri planda bekletildiği, hiç şüphesiz herkesin kaybettiği bir Türkiye’nin, bu toprakların kaderinden ırak olması, önce insan diyen herkesin temennisidir. Dikkatli, çok dikkatli olmalıyız. Barış süreci mutlaka başarıya ulaşmalıdır. Aksi halde, “Bu devletin gazabı” diye politika geliştirenlerin önünde durmak imkansız hale gelecektir zira.

Haberin Devamı

Ticari liman kalmalı

İZMİR ticari limandan kolayına vazgeçemez. Bu kentin tarihi kimliğiyle liman özdeştir çünkü. İzmir denkleminden “limanı” çıkarın, geriye sıradan bir şehir kalır. Limanın göreli azalmasıyla kentin makus talihinin sönükleşmesi arasındaki doğrusal ilişkiyi geçmişten bugüne pek çok ekonomik parametreyle saptayabilirsiniz. Efendim, liman nedeniyle trafik şıkışabilirmiş ya da kentin kuzeyinde pek çok seçenek oluşturulmuş. Tamam hepsi doğru. Ancak Türkiye limancılığa bambaşka bir uluslararası vizyon kazandırabilirse ve pilot uygulama İzmir Limanı üzerinden yoğunlaştırılabilirse zaten bu noktadan yayılan sinerji kuzey limanları da doldurur, doyurur. Ha, bu işler kolay mı? Değil tabii. Ancak, azlığı, yokluğu paylaştırma adına İzmir’den ticari limanı çıkartmak, kimse kusura bakmasın pek kabul edilebilir bir şey değil. Durduk yerde İzmir “suyu çekilmiş değirmene” döndürülemez.

Yazarın Tüm Yazıları