Bu Türkiye çok şey gördü her şey geçecektir

Güncelleme Tarihi:

Bu Türkiye çok şey gördü her şey geçecektir
Oluşturulma Tarihi: Kasım 03, 2014 06:08

70 kuşağından... Dirençli ve azimli. Erken yaşta yaptığı evlilikten umduğunu bulamamış, kariyer yaparak mutlu olacağına inanıyor; uçağı Amerika’dan İstanbul’a indiği gün, kentin gaza boğulduğunu ise hiç bilmiyor. Gerisi sürpriz… Yeni romanı ‘Handan’da yalnızlık sarmalındaki bir genç kadının ‘Gezi’ye dahil oluşunu anlatan Ayşe Kulin, öyküsünde Halide Edib Adıvar’ın 1912’de romanını yazdığı Handan karakterini de ağırlıyor.

Haberin Devamı

Yıllar önce gazetecilik yapmıştınız, bugün olsa yapmak ister miydiniz?
İstemezdim. Ben o işi beceremedim, hırsım olmadığı için iyi bir gazeteci olamadım. Bir de insanların kendilerine ait dünyalarını deşemem, istemem de... Ercan (Arıklı) bana “Git, Ayşegül Nadir’in çöp kutusuna bak, mektuplar çıkarsa yaz” dedi ama böyle şeyleri yapamazdım. Benim üstümde başka türlü bir tesettür var.

Ne demek bu?
İlk cumhuriyet döneminin kadınları vardır. İdealisttirler, ülküleri vardır, vatanları için çalışıp çocuk okutmak isterler. Cumhuriyet devrimleriyle beraber bu kadınlar, toplumsal hayata çıktıklarında, çalışan kadınlar olarak kendilerini aştı ve tesettürlerini çıkardı. Hep tayyörlü ve çok ciddi, erkeklerle hep bacı olan, kadınlıklarını gizlemiş insanlardı. Yani o tesettürü atmışlar ama içsel bir tesettür giymişlerdi. 1941 doğumlu olduğum için onların çoğunu gördüm. Tabii hepsi mi öyle? Hayır, ama 10 kadın tanıdımsa 9’u böyleydi. Bence herhangi bir örtüye nazaran çok daha değerli bir tesettür bu.

Haberin Devamı

Kadınlardan konu açıldı madem, ‘Handan’, bir kadının yalnızlık seremonisi gibi başlıyor ama ikinci bölümde Gezi’ye saygı duruşuna dönüyor. Kitabınızı siz nasıl tanımlıyorsunuz?
Bu, Handan adında tek başına yaşayan bir kadının hayatını anlatmak üzere yola çıktığım bir öykü. Kurgu öykülerimi yazarken kafamda bir fikir oluyor, sonrası kendiliğinden gelişiyor. Kitapta Handan’ın Amerika’ya gidip yeğenini aldığı kısmı yazdım, sonrasında da Gezi’yi yazmak farz oldu çünkü zamanlama denk düştü. Gezi’yi de yazmak istiyordum.

Bu Türkiye çok şey gördü her şey geçecektir

"BENİ GÖR, ADAM YERİNE KOY!"

Romanda Halide Edib’in romanındaki Handan da bir karakter olarak yer alıyor. Bir roman karakterini insandan ayıran nedir sizce?
Roman karakterinin kaderi yazarın elinde. İnsanın kaderiyse herhalde Tanrı’nın elinde. Biraz da belki kendi örüyor, karakterinin katkısı oluyor. Mesela roman karakteri yazarın ruh haline de bağlı olabilir. O gün mutsuzsa ya da kızgınsa, onu karaktere yansıtabiliyor.

Haberin Devamı

Kitaplarınızı okuyup yayına girmeden önce tırpanladığınız olur mu?
Artık bitmiş bir kitaba geri dönmem ama “Keşke böyle yazmasaydım” dediğim olur. Mesela ‘Füreya’, içime ne çok sinen kitabımdır. Bazen açıp bakmam gerekiyor, virgülünü bile değiştirmek istemeyeceğimi görüyorum. Ama ‘Sevdalinka’ tam tersi. Sonradan gördüm ki orada anlattığım savaşın şiddetine kendimi çok kaptırdım ve olayın içine romanı kaybettim. Dışarıdan gözle okurken beğenmedim.

Beğenmediniz mi?
Beğenmedim. Evet, okurların çok sevdiğini biliyorum. O kitabı ağlaya ağlaya yazdım ama bu kadar ağlatmaya hakkım var mıydı?

Ama ağlamak da bir duygu.
Evet ama ben o kitabı bir misyonla yazmıştım. Baba tarafından Boşnak asıllıyım, amacım oradan göçen bir ailenin bu ülkeye intibak edişini yazmaktı. Eski Yugoslavya’ya ait bilgileri okurken, savaş bilgilerine de göz attım. Neler yaşandığını biliyorsunuz, o gün üzülüyorsunuz ama sonra unutuyorsunuz. Saraybosna’da sniper’larla tepeden özellikle çocukları vuruyorlar ki büyükler oradan kaçsın. O vahşeti tekrar görünce dehşete kapıldım. O hırsla, okurum ne yaşandı bilsin diye kitabı yazmaya koyuldum ama acısını çok fazla katmış, ipin ucunu kaçırmışım. Ama Gezi’yi yazarken kaçırmadım.

Haberin Devamı

Nasıl tanımlarsınız bunu?
Çok namuslu davrandım, öyle diyeyim. Eşimle çıkacağımız bir seyahatin biletlerini çok önceden almıştık. O yüzden Gezi’nin üçüncü haftasından sonrasını kaçırdım. Kitapta da sadece ilk üç haftayı yani içinde bulunduğum günleri yazdım.

Gezi’yi tam anlatamazsam korkusu taşıdınız mı?
Hayır, anlatabileceğimi biliyordum. Çünkü bu olayı çok içimde yaşadım, çok duygulandım.

Bu Türkiye çok şey gördü her şey geçecektir

70 kuşağından... Dirençli ve azimli. Erken yaşta yaptığı evlilikten umduğunu bulamamış, kariyer yaparak mutlu olacağına inanıyor; uçağı Amerika’dan İstanbul’a indiği gün, kentin gaza boğulduğunu ise hiç bilmiyor. Gerisi sürpriz… Yeni romanı ‘Handan’da yalnızlık sarmalındaki bir genç kadının ‘Gezi’ye dahil oluşunu anlatan Ayşe Kulin, öyküsünde Halide Edib Adıvar’ın 1912’de romanını yazdığı Handan karakterini de ağırlıyor

Haberin Devamı

Sokağa çıkmış mıydınız?
Bir televizyon programına katılmak için Taksim’e gittim, baktım 15-20 kişi toplanmış, iki de ağaç devrilmiş yatıyor. “Ağaçları kesiyorlar, bunu protesto ediyoruz” dediler. Benim çocukluğum Gezi Parkı’nda geçti, anneannem hep götürürdü. Programdan sonra ben de gidip onlara katılacaktım fakat yayından çıktığımda geç olmuştu, eve döndüm. Meğer protesto devam etmiş. Sonra da eşim Engin’i gazladılar.

Ne zaman?
Ertesi sabah. Biz sabahları Taksim’e kadar yürüyüş yaparız. O gün de röportaj verecektim, mecburen evde kaldım, o tek başına gitti. 20 dakika sonra telefon etti, “Gazlandım, gazlandım” dedi. “Ayy sabah sabah ne yedin ne gazlandın” dedim.

Haberin Devamı

Sonra?
Eve bir geldi, gözleri kıpkırmızı. Meğer gece çadırları yakmışlar. Üstüne TOMA’lar… Engin “Neden kaçayım, suçum yok, bir şeyim yok” demiş ama çoktan iki gaz fişeğinin arasında kalmış bile. Genç bir çocuk onu kolundan tutup güvenli bir yere götürmüş. Ondan sonra ben düştüm yollara. Bir kere merak ediyorsun, kızıyorsun, isyan ediyorsun! Gezi’deki insanların çoğu romanımdaki kadın gibi gördüğü kötü muameleden bilendi. Ben de biraz öyle oldum.

Sizce Gezi?
Katiyen bir darbe teşebbüsü filan değildi, “Yetti artık!” diye sokağa dökülmek, “Beni gör, adam yerine koy” çığlığı atmaktı. Bu olayın içinde vicdan sahibi dindarlar da vardı, solcular da vardı, her cins insan vardı. Genç çocukların elinde, en fazla bir taş vardı çünkü çok hırpalanıyorlardı. Hakikaten polis onlara çok haşin davranıyordu. Artık birtakım söylemlerin değişmesi gerekiyor çünkü yakın zamanda korkunç bir şey yaşadık.

IŞİD protestoları sırasında yaşananları mı kast ediyorsunuz?
Evet, kaç şehirde onlarca insan öldü, her taraf hunharca yakıldı. İç savaş gibi bir şeydi, ucundan döndük.

Gezi’deki gençliğin yaş ortalamasını düşünürsek, sizin o yaşlarda en büyük meseleniz neydi?
Babamın görevi nedeniyle Ankara’da büyüdüğüm için çok siyasi bir çocuktum. İdealisttim, hakça paylaşmaya önem veriyor, ülkemin çok iyi olmasını istiyordum. İyi derken, solcu olmasını yani...

Aktivist bir tarafınız var mıydı peki?
Tabii vardı, 27 Mayıs’ta yollara dökülen öğrencilerden biriydim. Hatta anneannem evden çıkıp gitmeyeyim diye beni eve kilitlemişti. Arkada mutfak kapısı var, koştuk koştuk, ben ondan hızlı koştuğum için fırladım gittim. Akşam amcam “Ne diye sokaklarda dökülüyorsun?” diye beni azarlamaya geldi, babama da “Bunu zaptırapta al, başını derde sokacak” diye mektup yazdı. Amcam Demokrat Parti delisi, babam da tam tersine Demokrat Parti’den nefret ediyordu. Yıllar sonra okudum, babam amacım mektubunun üzerine “Benim kızıma kendi fikirlerini aşılama, o ne yaptığını senden daha iyi biliyor” diye yazmış.

O MÜEZZİNE EDİLEN NEDİR?

Bu Türkiye çok şey gördü her şey geçecektir

Gezi, katiyen bir darbe teşebbüsü falan değildi. “Yetti artık” diye sokağa dökülmek, “Beni gör, adam yerine koy” çığlığı atmaktı. Bu olayın içinde vicdan sahibi dindarlar da vardı, solcular da...

Evlendikten sonra?
O zaman doğum kontrol hapı filan yoktu, iki tane doğurdum. Birkaç sene sonra iki çocuğum daha oldu. Çocuklarla da bir yere gidemiyorsun. 70’li yılları unuttuk ama sokaklarda müthiş nümayişler olurdu. İstanbul’da her gün 20 kişinin öldüğü günler vardı. Akşamları eve gelip babama telefon ederdim sağ döndü mü diye... Üniversitelerde kan gövdeyi götürürdü. Her gün gençlerin cenazeleri, o cenazelerin arkasında ülkücüler bir tarafta, devrimciler bir tarafta birbirlerini yer. Öyle bir hale geldik ki askerler geldi diye sevindik çünkü çocuklarımız ölüyordu. Darbe oldu ve işte ondan sonra her şey zıvanadan çıktı, bir daha da düzelmedi çünkü işkenceler başladı. Bu Türkiye çok şey gördü, devam etti. Onun için umudumu kaybetmiyorum. Her şey geçecektir.

‘Handan’da polis şiddeti meselesinin yanı sıra Gezi’yle ilgili en ilgi çekecek kısım Bezmialem Camii’ndeki geceyi anlattığınız kısım olacaktır sanırım.
En kızdığım şeylerden biriydi o. Engin 78 yaşında bir insan ve orada ölebilirdi. Böyle şeyleri hiç düşünmeden gaz sıkıyorlar. İnsan var senin karşında! Ben o gece camide bulunmadım ama biliyorum ki oradaki doktorlar yaralanan halka yardım edebilmek için yırtındı. Zavallı müezzin de bütün insaniyetiyle nefes alamayanlara, kafası-gözü yarılmış olanlara yardıma koştu. Montajla bir bira kutusu fotoğrafı yaptılar ve Başbakan defalarca “İçki içtiler” dedi. Hadi birincide söyledi, o da bilmiyordu. Ama sonra gerçeği herkes öğrendi. O müezzine edilen nedir, yalan söylemiyor diye adamı oradan oraya sürdüler.

“Ayakkabılarıyla girdiler” mevzuunu da yazmışsınız.
Ayakkabılarıyla girebilirler, can pazarı bu! Kendine gelince çıkarırsın, halılar da temizlenir. Allah’ın verdiği canı kurtarmak için kendini içeri atıyorsun, içki şişesi ne oluyor, sanki oraya girmiş de insanlar seks yapmışlar gibi! Böyle ifadelerin neticesinde halk bölünüyor, birbirine karşı bileniyor. Buna da çok üzüldüm. Bir ayaklanma, bir isyan nasıl olur, çok yakında çekilmiş resimleri var, bir onlara baksalar. Bir sürü genç insan sularla geri püskürtülüyor ya da bağıra çağıra itiraz etmeye çalışıyor. Bu protesto dünyanın her yerinde var, yavrum.

“Neden gençleri sevmiyoruz” diye soruyorsunuz romanda. Yanıtınız?
Sevmiyoruz çünkü kendi genç olduğumuz yılları unutup erişkin halimiz bizi hangi kulvara sokmuşsa bütün gençler bizim gibi olsun, bizim gibi düşünsün istiyoruz. Solcuysak solcu, dinciysek dinci, örtülüysek örtülü, açıksak açık… Büyük bir çoğunluk karşısındakinin düşüncesine, yaşam tarzına en ufak saygı duymuyor. Profesör olmuş adamlar, televizyonda karşısındakinin lafını bitirmesine müsaade etmiyor. Biz kavgacı, sabırsız, hırslı bir kültürden geliyoruz ve bunu bir türlü değiştiremiyoruz. Zaten kendi hayat tarzını ısrarla empoze eden ve eğitimi mahveden bir hükümet var. Empati sıfır. Çünkü her an çok yanlış bir eğitim alıyoruz. Bizi yetiştiren anneler-babalar ve onları yetiştirenler de yanlış bir eğitimden geçerek geliyor. Bu 70 milyonluk toplum içinde Allah tarafından çok olgun yaratılan belki bir avuç anne-baba vardır. Bir ülkede dindar insan yetiştirmek hükümetin vazifesi değildir. Bunu yapmaya kalktığında biat kültüründe yetiştirdiğin bir nesil yetişir. Din tarihi filan da öğretmiyorlar, dilini anlamadıkları bir kutsal kitabı ezberleterek ve hurafelerle dolu bir sürü saçma sapan şeyi kafalarına doldurarak başka dinlere, ırklara düşmanlık yaratıyorlar.

Neşeli bir şey sorayım, Gezi’deki sen sevdiğiniz slogan hangisiydi?
“Rabbime sordum, diren Gezi dedi” ve “Biber gazı sıkmanıza gerek yoktu zaten duygusal çocuklarız”ı çok sevdim. Bütün bu baskıya ve eğitimsizliğe rağmen Türklerde müthiş bir mizah var.

TÜRKİYE'DEKİ LİSTELER BENİ İLGİLENDİRMİYOR

Bu Türkiye çok şey gördü her şey geçecektir


Sokakta sizi gören okurlarınızdan neler duyuyorsunuz, gelip derdini anlatan oluyor mu?
Ben Markopaşalık yapmayı sevmiyorum, kendi dertlerime deva olamamışım ki kime akıl vereceğim? Yazar olduğunuzda birçok şeyi çözebileceğinizi zannedebiliyorlar ama genelde hangi kitabı sevmişlerse onu anlatıyorlar ya da “Şu kitaptaki bilmem ne karakterini neden öldürdün?” diye soruyorlar. Mutlaka bir kitabımı okumuş oluyorlar, özellikle ‘Adı: Aylin’i, ‘Veda’yı, ‘Bir Gün’ü. ‘Veda’, ‘Sevdalinka’ ve ‘Nefes Nefese’yi yayıncı olarak Amazon bastı ve bir numaraya kadar çıktılar. Gözlerime inanamadım.

Her kitabınız çıktıktan sonra takip eder misiniz satış listelerini?
Bir ay kadar Amazon’u takip ederim ama Türkiye’deki listeler beni ilgilendirmiyor. Girdin, çıktın, onun üstündesin, bunun altındasın; bence o çok önemli değil. Hep listelerde olan yabancı bir yazar var, onun kitapları bana hiçbir şey söylemez. Yani o listede olmak iyi bir yazar olduğunuzun ifadesi değil. Listede olmamak da kötü bir yazar olduğunuzun işareti değil. Ama o listeye girdinizde şöyle bir algı oluyor: “Siz popüler bir yazarsınız, dolayısıyla iyi bir yazar olamazsınız.” Bunu saçma buluyorum.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!