Siyasette “kalıbının adamı” olmak makbul değildir bazen

POLİTİKACILAR genelde “siyasetin kalıbı”nı zorlamaz, olduğu gibi kabullenir.Tutum ve davranışlarını, “hava”larını, hatta elbiselerini o kalıba (geleneğe) göre ayarlar, o sisteme uyarlar. “Kalıbının adamı” olmak makbul bir şey değildir, bu örnekte... Bazıları ise, tek başına da olsalar o kalıba direnirler.

Haberin Devamı

Erdal İnönü, 7 yıl önce 31 Ekim’de veda etti hayata.
Onunla birlikte, siyasetten de birşeyler eksildi:
Önemli bir şeyler, stil ile ilgili bir şeyler...
Bugün farkını, daha iyi, daha net anlayabiliriz.
Yokluğunu da...
* * *
Misal... SHP Genel Başkanlığı döneminde diğer “sol” parti liderleri ve bürokratlarla bir restorana gider.
Garson sorar, “Ne yemek istersiniz efendim?”
İnönü yanıtlar:
“Teşekkürler, biz birbirimizi yiyeceğiz...”
“Birbirini yiyen”
güncel politikanın -varsa- kulağı çınlasın, diyerek gireyim söze.
* * *
Omuzlara alınma, kurban kesme, lider sloganlarıyla pohpohlanma, el öpme, çanta taşıtma, Ankara’yı dolaşırken trafikte ayrıcalıklı konumlar yaratma gibi, “geleneksel” siyasi ritüellerin, kalıpların tümüne karşı durdu.
Siyasetin eksik olan dört atlısını, siyaset meydanına sürdü:
Zerafet/medenilik, espri, nesnellik ve ironiye-nesnelliğe sırtını dayayan itiraz kültürü.
Bazen espriyle itiraz etti.
Bazen bilimadamı olmanın nesnel refleksiyle...
* * *
Siyasette ve toplumda barış imkanlarını, hep gülümseyerek koydu masaya.
Rakipleri ile hep medeni ilişkiler kurdu. Demirel ve Ecevit’e de elini uzattı.
En gergin dönemlerde, Kürt sorunu için de “davranışsal çözümler” aradı.
Siyasette ve toplumda barış sözcüğünü onun bünyesinde, gülümsemesinde gözledik.
Hani iki türlü barış vardır ya. İlki insanın kendisiyle barışık olması. İkincisi ise diğer insanlarla yaptığı barış.
İkisi de İnönü’nün kişiliğinin ayrılmaz parçalarıydı.
* * *
İnönü’nün stili, birarada yaşama gerekliliğinin bir sanata dönüşmesi konusunda somut ipuçlarıydı aslında.
Bir arada gülümseyerek yaşama sanatına...
* * *
Solda çığır açan bir politikacı, bir lider miydi... Bunu tartışmak bana anlamsız geliyor bu mevzuda. Meramım da o değil.
Sosyo-ekonomik düzeni değiştirmeye aday bir model, bir kadro yaratamadı. O kalın kabuğunu çatlamadı, bizdeki “sosyal demokrasi”nin. (Fosilden hareketle, fosyal demokrasi mi demek lazım yoksa)
Başbakan yardımcılığı döneminde Madımak katliamı, Bingöl’de 33 askerin öldürülmesi, faili meçhullerle bizzat gördüğü “devlet”le de başa çıkamadı.
Belki aşamadığı, içine dalamadığı, değiştiremediği “o yapı” nedeniyle, siyaseti -kendisi- bıraktı:
“Parti başkanlarının ölmeden değişebilecekleri gibi demokratik bir süreç faydalıdır. Kimse üzülmesin, kararım kesindir.”
Siyasete anında veda edebilme meziyetini (“büyüklüğü”nü) gösterdi.
Koltuğa yapışan meslektaşlarına bakın...
“Siyasetteki birey”, “politikacı modeli” konusunda her ortamda ve her zaman, “varlığı ve stiliyle” değişime zorlayan, “adab-ı muaşeret” öğreten tarzını, daha iyi anlarız.
* * *
Erdal İnönü bir siyaset “sanatçı”sıydı belki, siyaset yontucusu...
Aslolan da budur bazen.
Siyasetin, liderlerin, politikacıların onun tarzından öğreneceği çok şey var.
Bu iş “sonradan öğrenmek”le ne kadar olacaksa, o kadarı da yeter. Başlangıç için...

Haberin Devamı

ESPRİ VE TEBESSÜMÜN KALESİ

Haberin Devamı

Siyasette “kalıbının adamı” olmak makbul değildir bazen

* Erdal İnönü’ye “Efendim artık yumruğunuzu masaya vurma zamanı geldi” derler. Şöyle cevap verir: “Peki, vurayım da... Masanın ne kabahati var?”
Bir başka yerde yine, “Yumruğunuzu masaya vurun” diyen SHP miletvekiline de şu karşılığı verir:
“Ben konuşmamı bitireyim, sizi kürsüye davet edeyim. Vuruculuğu ve diğer işlemleri siz yapın.”
* İki gazeteci İnönü’yü asansörün kapısında yakalar:
“Konuşmak istiyoruz...”
İnönü gayet sakin, asansörün düğmesine basıp oradan ayrılırken yanıtlar:
“Buyrun, tabi ki konuşabilirsiniz ikiniz...”
* Gazeteciler, “Sizi bu sıralar sinema salonlarında göremiyoruz pek?” diye sorar:
“Tabii göremezsiniz, sinema salonları karanlık oluyor.”
* Seçim otobüsünün önüne atılan bir seçmen haykırır: “Ölürüm yoluna...”
İnönü cevap verir: “Dur, ölme. Bir oy bir oydur...”
* SHP Genel Başkanıyken, kendisini sert bir dille eleştiren dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz ile buluşur. Çıkışta görüşmenin nasıl geçtiğini sorarlar:
“Çok iyi geçti, Mesut bey partimize aşık oldu. Ama platonik...”

Yazarın Tüm Yazıları