Kıskançlığımı tedavi ettirmeli miyim

KIZIN adı Nadia...

Haberin Devamı

Varlıklı olmayan, hatta yoksul sayılabilecek Ukraynalı göçmen bir ailenin kızı. Baba iki dili, anne ise sadece Ukrayna dilini konuşabiliyor.
Çok küçükken otistik teşhisi konuluyor. Muhteşem bir çizme yeteneği var. Günde yüzlerce desen çiziyor. Yoksul aile kâğıt-kalem yetiştiremiyor. Üstelik çizgileri bir Rönesans ressamı kadar başarılı.


* * *


Sonra psikologlar devreye giriyor ve tedavi başlıyor.
İşte tam o sırada psikologlardan biri herkesi şaşkınlık içinde bırakan bir iddia ortaya atıyor.
“Bu kızı tedavi edersek, Allah’ın lütfu olan bu muhteşem çizme kabiliyetini de yok edebiliriz...”
Kimse dinlemiyor, tedavi devam ediyor ve kız iyileşiyor.
Ama başka bir şey de oluyor.
Kız çizme kabiliyetini tamamen kaybediyor.


* * *


Geçen hafta 35 yıldır okumayı ertelediğim bir söyleşinin Türkçesi kitap olarak yayınlandı.
Susan Sontag, 1979 yılında Rolling Stone dergisine bir mülakat vermişti.
O sıralarda kanser tedavisi görüyordu ve “Ben, vesaire ve metafor olarak hastalık” adlı bir kitabı çıkmıştı.
Rolling Stone onunla yapılan uzun mülakatın üçte birini yayınlamıştı. Ama Türkiye’de yokluk yıllarıydı. Ben hayat gailesi ve öldürülme korkularıyla yaşıyordum.
İnternet yoktu. Dergiyi getirtip okuyamadım.


* * *

Haberin Devamı


İşte o mülakatta Susan Sontag, otistik bir kız çocuğunun bu hikâyesini anlatıyor ve olayın ikinci bölümünü şöyle aktarıyor:
“Psikolog Nigel Dennis bunları yazmış ve kızı deli ama çizebilir halde bırakmaları gerektiğini savunmuş. Kimse deli olmanın daha iyi olduğunu söylemiyor, ama belli ki kızın deliliği otizminin bir uzantısıydı ve yeteneğini ancak yalnız kalırsa, delilikle gelen yalnızlığın içine hapsolursa koruyabilirdi.”
Psikolog bu vakayı anlattıktan sonra şu soruyu soruyor:
“Büyük bir sanatçıya sahip olmak akli dengesi yerinde birine sahip olmaktan daha önemli değil mi...”


* * *


İtiraf etmeye hiç korkmadığım bir yanım var.
Hayatım boyunca, kadınını kıskanan bir erkek olarak yaşadım.
Sevgimi ve aşkımı, en güçlü biçimde bu dille ifade edebildiğime inandım. Ama bu dilin, bazen hem karşımdakine, hem kendime zarar verdiğini hissettiğim anlar oldu.
Kitabı bitirdikten sonra o meşum soruyu kendime bir kere daha sordum.
Kıskançlığımı tedavi ettirmeli miyim.


* * *

Haberin Devamı


Tabii şunu da soruyorum.
Tedavi ettirirsem, yani iyileşirsem, benden geriye ne kalır...
Kendine güvenen bir erkek mi...
Delice âşık olduğu kadını kaybetmekten, başkalarına kaptırmaktan korkmayan bir erkek mi yani...
Yani ben kalır mıyım...
Yoksa bu kıskançlık, sevgimi gösterebilmek için Allah’ın bana bahşettiği bir lütuf mu...
Kıskançlık yüzünden çok acılar çektim...
Ama bu sorunun cevabını hâlâ verebilmiş değilim.

(*) “Susan Sontag: Bilincin Kapısını Aralamak”, Jonathan Cott: Rolling Stone söyleşisi, Çeviren: Zeynep Heyzen Ateş, Sel Yayınları, 2014


Galiba kadın gerçekten erkekten çok daha kötü

DAVID Fincher’in “Kayıp kız” filminin son sahnesinde kadının yüzündeki o ifadeyi gördüğümde kendimi koltuğun iki koluna yapışmış halde buldum.
Işıklar yandığında yerimden kalkamıyordum.
Bir kadının kötülüğünün ve intikam duygusunun nerelere gidebileceğini, nasıl hiç beklenmedik ani dönüşler yapabileceğini, hayatı nasıl taammüden işlenmiş kötülükler zinciri haline getirebileceğini görüyorsunuz.
Kötülük kötü bir şeydir, ancak bir kadın tarafından yapıldığında çok daha kötü bir şey olabiliyormuş...
Son zamanlarda, Tansu dahil, çevremde birçok kadından, “Kadın erkekten daha şeytandır ve daha kötüdür” cümlesini işitiyorum.
Beni en çok ürküten de, bunu saklayamadıkları bir övünç ve gururla söylemeleri. Yani üstün bir meziyet olarak görüyorlar.
Bir kere daha anladım ki, kadın erkeğin alın yazısı...

Haberin Devamı

Nihayet ‘cool’ erkekten nefret eden bir kadın

“KAYIP kız” filminin kahramanı kadın, filmin en dramatik sahnesinde kocasına olan birikmiş tepkilerini dile getirirken, onun “cool erkek” havasından ne kadar nefret ettiğini de fışkırarak anlatıyor. İşte bu sahneyi çok sevdim.
Erkek denen varlık, son 10 yıldır iki faşizan duygunun altında inim inim inliyor.
Biri artık gövde fetişizmi aşamasından çıkıp beden faşizmine ulaşan “six pack” beden tapınması.
Öteki ise “cool erkek” imajı. Yani takmayan, fazla gülmeyen, tepkisini hiç göstermeyen, hep sakin, hiç öfkelenmeyen, kıskanmayan, kolayca çekip giden pis sakallı erkek...
Buyrun... Bir kadının intikam noktasına gelen nefreti hangi gerçeği açıkça ortaya koyuyor...
Tehlikeli kadının bu yeni gerçekçiliğini çok sevdim...

Haberin Devamı

Düşünün artık Brad Pitt yaşlanmaktan söz ediyor

BRAD Pitt “Psychologies” dergisinin kasım sayısına verdiği mülakatta ilk defa yaşlanmaktan söz ediyor ve diyor ki:
“Yaşlanmak özgürleşmek. Çünkü kafanız, nasıl yaşamak istediğiniz konusunda çok daha netleşiyor. Her şey hakkında çok az daha şüpheniz oluyor.”
Aynı duyguları taşıyorum. Ama bir şey daha var.
Kırk yaşını geçtikten sonra herkesi ve her şeyi daha iyi tanıyorsunuz ve sahtelikleri, yalanları çok daha iyi fark ediyorsunuz.
Bu da sizi daha sahici olmaya yöneltiyor. O yüzden yeterince büyümüş insanlara yalan söylemeyin, oyun oynamayın. Hemen anlıyorlar.

Bir Fenerbahçeli olarak Beşiktaş’ı neden seviyorum

Haberin Devamı

DÜN Hürriyet’te, Beşiktaş’ın 4-0’lık galibiyetten sonra çekilen sevinç fotoğrafına bakarken son zamanlarda Beşiktaş’a karşı büyük sempati beslemeye başladığımı fark ettim.
-Tabii ki çArşı’nın Gezi duruşu, orada hepimizin gönlüne yazdığı büyük destan.
-Tabii ki “modernite”. Bir zamanlar gözümde moderniteyi Galatasaray temsil ederdi. Sonra Fenerbahçe onun yerini aldı.
Şimdiyse modernitenin temsilcisi Beşiktaş.
-Tabii ki Teknik direktör Bilic’in karizması, duruşu, kılık kıyafeti...
-Tabii ki parası az olduğu halde, stadı olmadığı halde kurduğu takım ve aldığı sonuçlar.
-Tabii ki, siyasetin kapkara hale getirdiği şu günlerimizi aydınlatan enerjisi. Bütün Beşiktaş camiasını kutluyorum. İyi ki Türkiye’nin bir Beşiktaş’ı var.

Yazarın Tüm Yazıları