Biz oyun dışı bırakalım, onlar alkışla uğurlasın

Programı bitince mest olmuş seyirciye kibar bir şekilde selamını verip sahne arkasına doğru yürüyor.

Haberin Devamı

Dinmeyen alkışlar sayesinde yeniden sahneye geliyor.
Tekrar selam verip gidiyor. Alkışlar daha da kuvvetleniyor.
Sahneye ikinci kez geldiğinde piyanosunun başına oturuyor ve parmaklarını olağanüstü bir serilikte kullanarak Mozart’ın Rondo alla Turca’sını (Türk Marşı) çalmaya başlıyor.
Tüm salon soluksuz onu dinliyor.
Bu şekilde iki kez daha sahneye çağırılıyor.
İtiraf ediyorum, alkışlamaktan bir ara yoruluyorum ama salondaki seyirci bıkmıyor, yorulmuyor.
Şimdi bilmeceyi açıklığa kavuşturalım:
Alkışlamaya doyulamayan o piyanist Fazıl Say.
Alkışlayanlar ise Japonlar...
Geçen cumartesi öğleden sonra Arata Isozaki ve Anish Kapoor imzalı Kyoto’nun o nefis konser salonu tamamen dolmuştu.
Ve herkes hayranlık ve saygıyla dinledi Fazıl Say’ı.
Peki birkaç gün sonra Kyoto’dan kilometrelerce uzaktaki Türkiye’de ne oldu?
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın (CSO) yıllık programından Fazıl Say’ın üç eseri çıkartıldı.
Çünkü Kültür Bakanlığı böyle buyurdu!
Bakanlık ancak o eserler çıkartılınca CSO’nun programına onay verdi.
Böylece Say’ın aynı zamanda solist olarak da yer alacağı CSO konserleri kendiliğinden iptal edilmiş oldu.
Kyoto’daki performansından hemen sonra uçağa atlayıp Okinawa adasındaki konserine giden Fazıl Say’ın arkasından bakarken insan haliyle kızıyor, üzülüyor, lanet ediyor.
Hatta, “En güzeli Say’ı yurtdışında yakalayıp izlemek” bile diyor.
Çünkü “değer bilmek” ve “saygı göstermek” bizim buralarda içi boşalmış hoş sedalar...
Kyoto’da Fazıl Say’ı dinleyip üstüne bir de “gayet Türkiye” bu haberi alınca tüm hücrelerine kadar bunu çakıyorsun işte. Bininci kez.

Haberin Devamı

Özgü Namal’ın yaman çelişkisi
Söylediği şeylere “Oha!” dediği için Eser Yenenler’i uyarıyor.
“Başka bir nidayla tepkini gösterebilirdin, ben bir hanımefendiyim, oha denir mi?” diyor.
En sonunda dayanamıyor, “Lise üçüncü sınıfta mıyız?” diyerek aslında bulunduğu ortamı pek güzel tasvirliyor.
Yetenek Sizsiniz yarışmasının jüri kadrosuna bu sezon giren Özgü Namal’dan bahsediyorum.
Gördüğüm o ki, Özgü Namal bulunduğu ortamdan/girdiği klasmandan/kendi deyimiyle “lise üçüncü sınıf” diyaloglarından çok da hoşnut değil.
Habire karşısındakine tatlı tatlı ayar vermeye çalışıyor.
Adab öğretiyor, terbiye sınırları çiziyor, filan...
İyi de, neyin içine girdiğini en başında bilmiyor muydu Özgü?
Yetenek Sizsiniz denilen şey, insanların yüksek sanat performanslarını sergilemeye kalktığı bir platform değil.
Kimi akrobasi yapıyor kimi fıldır fıldır gözleriyle illüzyon gösterisi.
Çeşitlik ve abukluk dizboyu yani.
Hani Alice Harikalar Diyarı’nı terk edip Yetenek Sizsiniz stüdyosuna gelse, emin ol “Oha, bu nasıl bir şey? Benim Harikalar Diyarı’nda bile bu kadar abuğunu görmedim lan” derdi Özgü.
Yanisi şu: “Oha”ya takılmanın manası yok.
Eser Yenenler bulunduğu ortamın farkında bir ortam insanı olarak doğru tepkiler veriyor.
Eğer memnun değilsen, ayrılmak en güzeli.
Yoksa hiç bu “oha”ları dert etmeye değer mi?

Haberin Devamı

Değişmeyen tek şey
Hülya Avşar’ın kariyerinin türlü zamanlarında sık sık sarfettiği, “Ben en güzelim, en yetenekliyim” şeklindeki buralara yaz günü kar yağıyor tarzı sözlerinin 2014 yılının bitmesine az kala hâlâ bir gram değişmemiş olması, söyleyecek yeni bir şey bulamaması fazlasıyla üzücü, ürkütücü.
Bakınız en son Şamdan Plus’ın 10. yıl özel sayısı kapağında ne demiş:
“Benim gibi güzel ve yetenekli dünyada yok.”

Yazarın Tüm Yazıları