Takipsizlik

17 ARALIK soruşturmasının takipsizlik kararıyla sonuçlanması çok tartışılacaktır.

Haberin Devamı

Bunun bir sebebi, takipsizlik kararını sonradan görevlendirilen savcının vermiş olmasıdır. Aslında savcı bir soruşturmayı başlatır, çeşitli haklı sebeplerle başka bir savcı sonuçlandırabilir. Fakat olayımızda savcı atamaları normal olarak yapılmadı. HSYK 1. Dairesi’nde iki üye değiştirtilerek atamalar için çoğunluk sağlandı ve hemen Ocak 2014’te HSYK’nın kendi yönetmeliğine aykırı yıldırım atamalar yaptırıldı. Sorunun kökeninde bu var.
HYSK Yönetmeliği’nde nelerin yazdığını, bunların ihlal edilerek nasıl atamalar yaptırıldığını daha o zaman yazmıştım. (Hürriyet, 17 Ocak ve 26 Haziran)
Böyle bir atamalar furyası döneminde bu dosyayla görevlendirilen savcının, doğru karar vermiş olsa bile, soruşturmayı “takipsizlikle” noktalaması kamuoyunda “makul şüphelerle” karşılanmaz mı? Karşılandı, tartışmalar sürüp gidecek.

MAHKEMENİN YETKİSİ

Keşke savcı kamuoyundaki şüpheleri de dikkate alarak iddianame yazıp dava açsaydı. Bu AİHM’nin hem “etkin soruşturma” hem “kamuoyunun güveni” konularındaki içtihatlarına da uygun olurdu.
Takipsizlik kararında, bazı bakan ve çocuklarına yüksek bedelli “hediyeler” verildiği kabul ediliyor, bunların kanıtları var. Fakat aralarındaki iş ilişkisi bakanlıkların görevine girmediği için bunun “rüşvet” sayılamayacağı ifade ediliyor.
İşte bu değerlendirmeyi savcı değil, mahkeme yapmalıydı!
Aralarındaki ilişkiler “örgüt” sayılır mı sayılmaz mı? Bu değerlendirmeyi de mahkeme yapmalıydı.
Elde deliller var, bunlar yasal mı, yasadışı mı elde edilmiştir? Buna da mahkeme karar vermeliydi.
Dava açılıp duruşma yapılsaydı, sanıklar savunmaları yapacak, dosyadaki belgeler duruşmada tartışılacak, kamuoyu aydınlanacak, kararı da mahkeme verecekti. Ondan sonra Yargıtay ve gerektiğinde Anayasa Mahkemesi...
Takipsizlik kararı bu adli süreci kesti, dondurdu. Kamuoyunda şüpheler, tartışmalar devam edip gidecek. Halbuki hukuk, son sözü söylesin diye vardır.

YETERLİ ŞÜPHE

CMK’ya göre, şüpheliler hakkında iddianame düzenleyip ceza davası açmak için “somut delillere dayalı kuvvetli şüphe sebepleri” gerekmez. Sadece “yeterli şüphe sebepleri” ile dava açılır. (CMK 170)
Savcı dosyada “yeterli şüphe sebepleri” bulamamış, onun için takipsizlik kararı vermiş.
Halbuki delilleri takdir yetkisi mahkemenindir.
Yargıtay Üyesi Sayın Mustafa Albayrak’ın yeni yayınlanan Ceza Muhakemesi Kanunu adlı kitabında “Kamu davasının açılmasında ‘yeterli şüphe’den söz edildiğine göre, soruşturma aşamasında ‘şüpheden sanık yararlanır’ ilkesi geçerli değildir” deniliyor.
Kanun böyle diyor fakat takipsizlik kararı “şüpheden sanık yararlanır” ilkesine dayandırılmış izlenimi veriyor. Halbuki deliller kesin mi, şüpheli mi diye bakmak, savcının değil mahkemenin yetkisindedir.

‘MÜLKÜN ZEVALİ’

Şubat 2014’te CMK’yı değiştirerek soruşturmanın eli kolu bağlanmıştı... Ekim 2014’te Meclis’e teklif sunarak soruşturmayı serbest bırakmak, dahası yeni yetkiler verilmek isteniyor.
Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ da “Yap-boz diye eleştirebilirsiniz!” demişti.
Niye bir yapılıp bir bozuluyor? Siyasi tabii. Çünkü hukuk bu kadar değişken, bu kadar konjonktürel olamaz.
Siyasi iradenin yargıya bu tür müdahaleleri, yargının doğru kararları hakkında bile kuşkular yaratıyor. Bir de yargının tartışmalı kararlarını düşünün...
Sami Selçuk yazmıştı, Fatih, Çandarlı Ali Paşa’yı, “Adaletin bozulması mülkün zevaline işarettir!” diyerek uyarmış.
Herkes bundan sakınmalı.

Yazarın Tüm Yazıları