Türkiye’nin gücü

BAŞBAKAN Davutoğlu’nu dinlerken akademisyen mantığıyla söylediği sözlerle, politikacı olarak yaptığı polemikleri ayırıyorum.

Haberin Devamı

Davutoğlu’nun şu sözlerini herhangi bir sosyal gözlemci de doğrulayacaktır:
“Son olaylar gösterdi ki Suruç’u Kobani’den ayırmak mümkün değil...”
Yine Davutoğlu’nun söylediği gibi, IŞİD Şii Arap ve Türkmenlere katliamlar yaparken hiçbir insani tepki vermeyen Kürt milliyetçileri, Kobani için ayağa kalktılar, yakıp yıktılar...
PYD’nin Baas işbirlikçisi olduğu, Suriye muhalefetine katılmadığı, sadece kendi davasının peşinden gittiği de belli.
Böyle bir hareketle “çözüm süreci”ni yürütmek doğru mudur? Evet doğrudur.


NİYE ÇÖZÜM SÜRECİ?


PKK’nın çözüm sürecindeki taahhütlere uymadığı, 2013 Mayıs sonunda Türkiye’yi terk etmesi gerekirken terk etmediği de biliniyor. Cemil Bayık, 23 Ekim 2013’te Reuters’a, “Sürecin sonuna gelindi” diye açıklama bile yaptı! Ülke içindeki eylemleri de gözler önünde...
Peki bu gerçekleri göre göre çözüm sürecine devam etmek doğru mu? Evet doğru...
Çünkü alternatifi, vahşi bir savaştır. Savaşmanın PKK’yı kanla semirttiği de bilinmektedir.
Çözüm süreci ise, ılımlı Kürt çoğunluğunu PKK’nın şiddet politikasından uzak tuttuğu gibi, PKK üzerinde de baskı oluşturmaktadır. Bu baskının artması ve Kürt vatandaşlarımızın şiddete karşı tavırlarının güçlendirilmesi için de çözüm sürecinin devam etmesi gerekli.

Haberin Devamı


SINIR MESELESİ


Başbakan Davutoğlu’nun “Kobani’yi Suruç’tan ayırmak mümkün değil” şeklindeki sözünün devamı şöyle: “Ya bu sınırlar barışçıl çabalarla anlamsızlaştırılacak ya da bu acılar çekilecek.”
Meselenin önünde sonunda “sınır” meselesi olduğunu öteden beri ben de yazıyorum. Ortadoğu’daki kimlik sorunları için 19. yüzyıldaki Balkanlar’dan ders çıkarılması gerektiğini savunuyorum.
Hükümet sözcülerinin söylediği gibi PKK’nın tamamen çekilmesi ve silahsızlanması, “çözüm süreci” ile sağlanacaksa bu, herkes için son derece pozitif bir gelişme olur.
Öyle bir durumda Kürt milliyetçiliği bitmeyecek, fakat silah aradan çıkacaktır. Türkiye’nin birliğini ve ulusal çıkarlarını koruyacak temel stratejik faktör “Türkiye’nin cazibesi” veya Allah korusun, cazibesizliği olacaktır.

Haberin Devamı


HUKUK DEVLETİ


Ekonomisi son üç-dört yılda seçim amacıyla tüketim ve inşaat popülizmine sürüklenmiş, milli gelirde sanayinin payı gerilemiş, teknolojiye geçememiş bir Türkiye’nin, böyle devam ederse, gereken cazibeye sahip olması zordur.
Hukuk alanında, 2010 referandumunun gerisine giderek HSYK’nın idari personelini Bakanlığın kontrolü altına alan, yürütmenin arzularına göre 7 ayda iki defa ve ters yönde yargı paketleri çıkaran bir Türkiye’nin cazibesi olmayacaktır. Savcıları değiştirip ardından “Takipsizlik” kararları çıkarılması inandırıcı bulunmayacaktır. Dava açılıp duruşma yapılsaydı, ne vardır, ne yoktur kamuoyu da öğrenecek, kimsenin söyleyeceği söz kalmayacaktı.

Haberin Devamı


İLERLEME RAPORLARI


Bu yazdıklarım polemik değildir. 2012’ye kadarki ‘AB İlerleme Raporları’nda Türkiye’deki yargı reformları övülürken, 2014 Raporu’nda yürütmenin yargıya müdahaleleri örnekler verilerek eleştirilmektedir!
Kaldı ki 2014 Raporu, AB Bakanı Volkan Bozkır’ın belirttiği gibi, diplomatik girişimler sonucu, “yapıcı ve olumlu bir üslupla” yazılmıştır... Ya Komisyon’un kendi üslubuyla yazılsaydı?!
Akademisyen Davutoğlu, ilerleme raporlarına bakarak da bu fotoğrafı tespit edebilir.
Şunu önemle kaydetmek isterim: Ortadoğu’da sınırlar sarsılırken, Türkiye’nin stratejik gücü, hukukuna ve ekonomisine imrenilen bir ülke olmasına bağlıdır.

Yazarın Tüm Yazıları