Bu, savcının işi olmamalıydı

17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonu ile ilgili olarak savcılığın verdiği karar çok tartışılacak, buna kuşku yok.

Haberin Devamı

Savcı takipsizlik kararı verirken, delillerin “yasadışı” olduğunu belirtiyor.
Şuna hiç kuşku yok ki usul, esastan önemlidir. Usulüne uygun yapılmayan soruşturmaların, hukuki sonuç doğurmaması genel kabul görmesi gereken bir durumdur.
Zaten bununla ilgili Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararı da mevcut.
Bunun tartışılacak bir yönü yok.
Burada tartışılması gereken konu, savcılığın bu kararı verebilip, veremeyeceğidir.
Bu kararı, yani delillerin usulüne uygun olarak toplanmamış olması ile ilgili kararı vermesi gereken makam mahkeme olmalıydı.
Savcı mütalaasında bu durumu belirtip, beraat isteyebilirdi.
Savcı takipsizlik kararını verirken, şüpheliler hakkındaki dinleme kararı alınması sırasındaki tek delilin “imzasız ihbar mektupları” olduğunu söylüyor.
Telefon dinleme kararlarının iddia edilen eylemle ilgili olmadığını, ortada bir suç örgütünün bulunduğunu gösterir delil olmadığını belirtiyor.
Evet, olabilir.
Ama sonuç olarak dinlemeler mahkeme kararıyla yapılmış, bu mahkeme kararlarının hukuk dışı olduğuna karar vermek savcının değil, yine bir mahkemenin işi olmalıydı.
Belli ki savcı, o delillerin mahkeme sırasında ortalığa saçılmasına engel olmak istemiş.
Buna engel olmasaydı, “hükümete darbe” diye yutturulmaya çalışılan şeyin, büyük bir yolsuzluk soruşturması olduğunu saklamak kolay olmayacaktı tabii.
Bakalım bu kararı veren savcı bey, bunun ödülünü nasıl alacak?
Milletvekili olarak mı, Adalet Bakanlığı’nda güzel bir görev mi, Yargıtay’da bir üyelik mi?
Bekleyip göreceğiz, beşer unutur ama arşiv asla unutmaz!

Haberin Devamı

17 Aralık’ta ne öğrenmiştik?


SAVCILIĞIN takipsizlik kararı, 17 Aralık günü ortaya çıkan şeylerin gerçek olmadığını değil, o gerçeği kanıtlayan delillerin usulüne uygun olarak toplanmadığı ile ilgilidir.
Savcılık, bu delillerin “uydurma” olduğunu iddia ediyor değil.
Savcı diyor ki, “Bu deliller hukuki olarak sonuç doğurmaz, çünkü usulüne uygun olarak elde edilmedi”!
Yani öğrendiklerimiz gerçek, ama gerçekleri öğrenirken uyulması gereken kurallara uyulmamış!
Buyurun, kısa bir 17 Aralık hatırlatması yapalım, neler öğrendiğimize bakalım.
1 – Halkbank Genel Müdürü’nün evinden ayakkabı kutularına istiflenmiş halde 2.5 milyon dolar ve 2.5 milyon Euro bulundu.
2 – Zamanın İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlunun evinden boyum büyüklüğündeki yedi çelik kasada 93 bin do­lar, 325 bin Eu­ro ve 395 bin lira bulundu.
Bakan bu paranın “ev satın almak için” bulundurulduğunu söyledi ama sonradan telefonda oğluna “danışmanlık işi yaptığını söylemesini istediği” ortaya çıktı.
3 – Muammer Güler’in, polis tayin ettirmek, koruma sağlamak, oturma izni ayarlamak gibi işler karşılığında Reza Zarrab’dan 10 milyon dolara yakın para aldığını öğrendik.
4 – Zamanın Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın kod adı, Reza Zarrab’a ait bir listede yer alıyordu, Bakan’ın 52 milyon dolar civarında bir parayı Zarrab’dan aldığı bu listede yazılıydı.
Bakan ayrıca Reza Zarrab’dan 700 bin lira değerinde bir saat de almıştı. Zarrab’ın uçağıyla ailecek umre ziyaretine gittiği anlaşılmıştı.
5 – Zamanın AB Bakanı Egemen Bağış’a, Reza Zarrab tarafından ayakkabı kutusunda, elbise torbasında ve çikolata tepsisinde her seferinde 500’er bin dolar verildiği ortaya çıktı.
6 – Zamanın Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın, Başbakan’ın talimatıyla bazı müteahhitlere rant yaratmak amacıyla Bakanlığının yetkilerini kullandığı ortaya çıktı.
7 – Zamanın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, oğluna evdeki paraları “sıfırlama” talimatı verdiğini, ancak bütün gün dağıtılmasına rağmen geriye hala 30 milyon Euro’nun kaldığını öğrendik.
Bütün bunlar belki hukuki bir sonuç doğurmayacak artık.
Ama şunu biliyoruz: Hukuki değilse bile ahlaki bir sorun ortada duruyor.

Haberin Devamı


Havuz medyasında durum


SAVCILIK
cuma günü takipsizlik kararını açıkladı ve doğal olarak ben de havuz medyasının bu haberi nasıl vereceğini merak ettim. Alfabetik sırayla gidelim:
Akşam’ın birinci sayfasında bu haber ile ilgili tek bir satır yoktu.
Sabah
’ın birinci sayfasında, fotoğrafların altına saklanmış şekilde dört satırlık bir haber vardı.
Star’ın birinci sayfasında da haber yer almıyordu.
Takvim, birinci sayfasının eteğinde, tek sütuna altı satırlık bir haber vermişti.
Yeni Akit
, manşet yanında Reza Zarrab’ın bir resmini de kullanarak haberi vermişti.
Yeni Şafak da haberi hiç görmeyen gazetelerden biriydi.
Türkiye’yi sarsan bir soruşturma için günlerce manşetlerinden “hükümete darbe girişimi” diye yayın yapanların, böyle bir haberi bağıra çağıra kullanmamış olmaları acaba ne anlama geliyor?
Pek ihtimal vermiyorum ama birinci olasılık bu haberi vermeye utanmış olmaları olabilir.
İkinci olasılık ise haberin ne anlama geldiğini anlamamış olmaları.
Üçüncü ve bence daha geçerli bir olasılık ise haberi saklarlarsa, milletin adalet sisteminde ne numaralar döndüğünü öğrenemeyeceğini düşünmüş olmaları.
Bu durumda birincilik ödülü “dilli kaşarlı”yı Akşam, Star ve Yeni Şafak arasında bölüştüreceğim!

Yazarın Tüm Yazıları