Türkiye’nin zorunlu din dersi savaşı...

AVRUPA İnsan Hakları Mahkemesi’nin ilgili dairesi, 16 Eylül 2014’te, yani iki hafta önce aldığı bir kararla Türkiye’yi ‘eğitim hakkı’nı ihlal etmekten mahkûm etti.

Haberin Devamı

Bu, aynı konuda Türkiye’nin aldığı ilk mahkûmiyet değil; karar sonrası gerek Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun ve gerekse Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın söylediklerine bakacak olursak, anlaşılan son mahkûmiyet de bu olmayacak.
Karar hakkında çok tartışıldı; konu belli: Bir grup Alevi vatandaşımız, çocuklarının okullarda zorunlu olan ‘Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi’ dersini almasını istemedikleri için önce iç hukuka başvurdular, burada sonuç alamayınca da Türkiye aleyhine AİHM’de dava açtılar.
Geçmişte de, başka Alevi aileler aynı yolu izlemiş, 2007 yılında Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1 Numaralı Protokolü’nün 2. maddesini, yani ‘Eğitim hakkı’nı ihlalden mahkûm ettirmişlerdi.
Bu mahkûmiyetlerin pratik hiçbir sonuç üretmemesinin başlıca nedeni, henüz bu kararların ‘Büyük Daire’ kararı haline dönüşmemiş olması.
Türkiye, yıllardır AİHM’yi kandırmak için ustaca oyalama taktikleri uyguluyor. Bu taktiklerin başlıcası, söz konusu dersin kitabında neredeyse her yıl ufak tefek değişiklikler yapılması ve bunun da ‘Alevilikle ilgili bölümleri genişlettik’ denerek takdim edilmesi.
Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın oldukça tuhaf kıyaslamalar yaparak AİHM kararını eleştirmesinden, Türkiye’nin ve onu yöneten AK Parti’nin zorunlu din dersini son ana kadar savunmaya devam edeceği sonucuna varmak mümkün.
Bu tutum ise, daha geçen hafta yaptığımız ‘Çocuğuna dini, kültürel, siyasi değerlerini öğretmek söz konusu olduğunda öncelik devletin midir, ailenin midir’ tartışmasında hükümetin açık bir tutarsızlık içinde olması anlamına geliyor.
‘Tutarlılık kimin umurunda, AK Parti pragmatik bir parti’ denebilir kuşkusuz ama unutmamalı ki gerek Başbakan ve gerekse Cumhurbaşkanı sık sık kendilerinin ‘ilkeli’ olduğunu ve politikayı ‘ilkeler’ doğrultusunda yaptıklarını söyledikleri de unutulmamalı.

Haberin Devamı


İki tuhaf kıyaslama...


AİHM’nin zorunlu din dersini ‘eğitim hakkı’na aykırı bulan kararı belli olduğunda Başbakan Davutoğlu, ‘Ben de Marksist değilim ama Marks’ı okudum. Ateistler de din kültürünü bilmeli’ dedi.
Marks’ı okumak Marksist olmak anlamına gelmez. Aynı şekilde, zorunlu din dersine katılmak da ‘dindar’ olmak anlamına gelmez. Dersin zorunlu değil seçimlik olmasını istemek ise ateist olmak anlamına hiç gelmez.
Başbakan’ın kıyaslaması gerçekten çok tuhaftı.
Ama daha da tuhafını Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yaptı, ‘Fizik-kimya zorunlu olmasın denmiyor ama din dersi zorunlu olmasın deniyor’ diyerek tarif etmekte bile zorlandığım bir noktaya getirdi tartışmayı.
Cumhurbaşkanı’nın konuya bir başka katkısı, ‘(Çocuklarımız) Din dersi almazlarsa uyuşturucunun, içkinin pençesine düşerler’ demek oldu ki, buna karşı söyleyecek söz bulmakta güçlük çekiyorum; çünkü nutkum tutuldu.

Haberin Devamı

Zorunlu dersi savunmak dini küçük görmek değil mi?


Türkiye, sık sık nüfusunun yüzde 99.9’unun Müslüman olmasıyla övünen bir ülke.
Elimizdeki bütün araştırmalar, bu nüfusun dini değerler konusunda son derece hassas olduğunu ve ailelerin çocuklarına bu değerleri aşılamak konusunda son derece arzulu olduğunu da gösteriyor.
Adına ‘Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi’ denen ama iki ayrı AİHM kararıyla ‘Sünnilik dersi’ olduğuna karar verilmiş olan din dersini seçmeli yapsa Türkiye bu derse yine çok büyük katılım olur; çünkü aileler çoğunlukla çocuklarını bu derse zaten yönlendirir.
‘Hayır, din dersi zorunlu olmalıdır’ dediğinizde ailelerin zaten var olan yüksek dini hassasiyetini ve 1400 yıllık İslam’ın gücünü küçümsemiş oluyorsunuz aslında.
Devlet namaz kılmayı zorunlu hale getirmedi ama insanlar ibadetlerini yapıyorlar. Çünkü içlerinden geliyor.
Din eğitimi de zorla değil içten gelerek olmalı.

Haberin Devamı

Belki marjinal bir şey ama tutarsızlık tutarsızlıktır


Ortaokuldan itibaren okula başı açık gelme zorunluluğunu kaldıran yönetmeliğin anlamını geçen hafta yazmaya çalıştım: Çocuk devletin değil ailenindir; başı açma veya kapama kararı da ailenin içinde verilir.
Bu anlamda eskiden ‘Bu kararları ben veririm, çünkü çocuk benimdir’ diyen devlet artık bunu dememeye başladı sanmıştım ama hayır: Bizim devletimiz çocuklara karışmadan edemez.
Şimdi de dövmeyi yasakladı devletimiz, piercing ve saç boyamayla birlikte.
Başı açma veya örtme konusunda ailenin dediği oluyor da dövme yaptırma, kulağını burnunu deldirme konusunda neden karar aileye bırakılmıyor?
Ahmet Kaya’nın zamanında dediği gibi, ‘Nerden baksan tutarsızlık/ Nerden baksan ahmakça’.

Yazarın Tüm Yazıları