Kuzuların sessizliği

Başlık sizi aldatmasın, size doksanlı yılların en dehşet verici filmlerinden biri olan Kuzuların Sessizliği’nden bahsetmeyeceğim.

Haberin Devamı

Üç gündür kafama takılan bir durum var, onu sizlerle paylaşmak tüm isteğim.
Konunun kahramanı bir kuzu da değil aslında, bir koyun.
Öncelikle söylemeden geçemeyeceğim, ben kurban bayramında kurban kesmeyenlerdenim.
Buna sebep olan şeylerden biri sanırım çocukluğumdan kalan ve her kurban bayramı denince gözümün önüne gelen görüntüler.
Diğer sebep elbette ki hayvanlara olan sevgimle ilgili. Et yeme o zaman Ayşe, değil mi?
İşte o başka, bu başka tabi ki.
Konuya dönersek... Geçen hafta arkadaşımın Beşiktaş’taki ofisine gittim, akşam on buçuk gibi. Bir şeyler içerken, kulağıma geldi bir meleme.
Meee meee mee...
“Bu ne?” dedim.
Arkadaşım, “sorma ya” dedi. Camdan gösterdi.
“Bak, karşı apartmanın üçüncü katının balkonuna.”
Baktım, bir koyun var balkonda. Tarih 20 Eylül.
Önünde yemeği, suyu var, kocaman bir de leğen, o da tuvalet ihtiyacı için belli.
Başladık izlemeye, şans işte az sonra on küsur yaşlarında bir oğlan çocuğu geldi, sevdi biraz, sonra içeri gitti.
Hala benim saf olan tarafım arkadaşıma dönüp dedi ki, “Ay ne şeker, bak evde koyun besliyorlar ya.”
“Hakikaten salaksın” dedi. “Ucuz diye şimdiden almışlar, iki hafta sonra kesecekler Ayşe yaaa, ufff.”
O kadar hayvan kesmekten uzağım ki valla bir an bile aklıma gelmemişti.
Ertesi gün arkadaşımı aradım, koyun ne yapıyor diye, “Ne yapsın, gün sayıyor zavallı” dedi.
Arkadaşımın yanına ofise gittim yine.
“Valla sinirden uyuyamadım” dedim “ama aslında boşa sinir yapıyoruz, bak gör, bu koyuncuk kesilmeyecek.”
“Allah Allah, nasıl kesilmeyecek? Plan yaptın, hayvanı tırmanıp kaçıracak mısın Ayşe? Yaparsın yani sen, beklerim.”
“Hayır” dedim, “iki hafta evinde kalan hayvanla normal akıl sağlığına sahip, içinde insanlık, duygu, merhamet falan filan olan insan duygusal bağ kurar ya. Kıyamaz. Bağlanır. Dün çocukları gitti, sevdi. O hayvanı şimdi çıkart o evden, o çocuk ağlar mağlar, olmaz yani.”
“Hayır” dedi arkadaşım, “çok yanılıyorsun. Onu alan kimse asla senin dediklerini hissetmeyecektir. O, o hayvanı şu an sadece kurban olarak görüyor, çocukları ya da çocuğu da öyle görüyordur. Onlara da bu durumu anlatmış, öyle görmelerini sağlamıştır.”
“Hayır, son dakika bile olsa acıyacak, hayvanın canına kıyamayacak.”
Biz iki arkadaş girdik böyle bir iddialaşmaya. Koyuncağız can derdinde, kasap et derdinde.
Sonra aklıma geldi, balkondan baktım, burun burunayız neredeyse.
Sarı sarı bir şeyler var kabın içinde. “Bu ne?” dedik. (dürbünden de faydalanıyoruz arada)
Ve bulduk... Mısır, koçan koçan hem de.
Bir de güzel besliyorlar koyuncuğu, anlam veremedik bu duruma biz de.
“Bak, kesmeyecekler” dedim
“Bayramın ilk günü göreceğiz Ayşe.”
“Tamam” dedim, “göreceğiz, tabi ben bayrama kadar bekleyebilir ve dediğin gibi tırmanıp balkona kaçırmazsam bu hayvancağızı buradan.”
Hayvancağızın sonu belli. Kim evde koyun besler ki?
İşin kötüsü bu hayvancağıza yapılan Çin işkencesi. Şimdi o günlerce kendini güvende ve sahipli hissedecek, sonrası...
İçim yine şişti.

Yazarın Tüm Yazıları