Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür

“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür… Ve bir orman gibi kardeşçesine…” demiş şair. Ağaçlar artık tek ve hür yaşamak yerine tek ve hür bir ölümü tercih ediyorlar… Ölümlerinse faili meşhur(!)…

Haberin Devamı

Geçtiğimiz günlerde Beykoz Korusunda bir kafede çay içen kadınların üzerine 60 yaşlarında bir ağaç devrildi. Üç kadın hayatını kaybetti… Günlerce suçlu arandı bulunamadı. Önce Belediye suçlandı sonra Orman ve Su İşleri Bakanlığı ardından da Çalışma Bakanlığı. Kimse, hiçbir kurum suçu üzerine almadı. ‘İhmal’ dendi… “Dört, beş yıldır en az 20 kez bu ağaçların kesilmesi için belediyeye söyledik… Orman Müdürlüğüne haber verdik... Ormancılar geldi, çürük ağaçların fotoğrafını çekip gittiler” dendi. Gidiş o gidiş… Ağaçlar kaderine terk edildi ta ki onlar kendi kaderlerini ellerine alana kadar. Üç de can vardı doğanın, ağaçların ağır bedenlerinin altında yok olup giden. Beni en çok da Ayfer öğretmenin hayat hikâyesi etkiledi. 66 yaşında emekli öğretmen… Beşiktaş Anadolu Lisesi’nde yıllarca felsefe öğretmenliği yapmış. Keyifli, hayat dolu bir kadın… Ama hayatının son altı ayı çok acıtmış Ayfer öğretmeni. Kanser önce boşandığı eşini sonra gencecik kızını ondan almış. Hayat Ayfer öğretmeni hırpalamış, yormuş, acıtıp kanatmış. Ama o her acının altından dimdik kalkmış. Sarsılmış ama yıkılmamış. Ta ki bir ağaç gelip hayatını alıp onu sevdiklerine götürene kadar...

Haberin Devamı

“Ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir ki?” Gerisi hep teferruat, hep süslü, ağdalı sözler. Kimine göre ‘ağaç değil bürokrasi’ öldürdü kimine göre ‘kaderde ne ise oydu…’ Oysa burada üç değil dört ölüm vardı, yorgun ve yaşlı ağaç artık dayanamamıştı. Doğayı, toprağı, ağacı suçlayamıyorum. Bu zamansız ölümün bir faili olacaksa eğer meçhul değil meşhur olmalı. İlk taşı günahsız olanımız atmalı, aynaya ilk en cesurumuz bakmalı. Böyle olaylarda insanoğlu kendiyle yüzleşiyor aslında. Dev siteler, rezidanslar, boy boy, sıra sıra AVM’ler yapıyoruz… Kat üstüne kat, hayat üzerine hayat çıkıyoruz… Köprüler, yollar, otoparklar için on binlerce ağaç kesiyoruz… 50 yıllık, 60 yaşlık, 100 yıllık yemyeşil hayatları toprağından söküp alıyoruz… Son on yılda 2 milyon 403 bin 355 hektar orman alanı usulsüz açma ve yerleşme alanı zarar görüp yok oldu. Yine bu dönemde 1 milyar 224 milyon 622 bin 900 kilogram ağaç yasa dışı kesildi. Üstelik bu rakamlar sadece bizim bildiğimiz bir de bilmediklerimiz var. Manzarayı bozuyor diye keyfe keder kesilenleri hiç saymıyorum bile. Biz onları toprağından, evinden, yurdundan kopardıkça onlar bize yüzünü değil sırtını dönüyor. Yeşil olan, doğaya ait, doğadan gelenle aramız her geçen biraz daha açılıyor. Aramıza seller, depremler, ölümler, felaketler giriyor. Doğa bizden bir şekilde intikamını alıyor. Oysa atalarımız ağaç üzerinde yaşarmış. Ağaçlara bağlı, onlara bağımlılarmış. Doğa onları beslemiş, korumuş yeri gelmiş onlara yuva olmuş. İlk sanatsal çizgiler, mağara duvarlarına çizilenler yine doğanın, yanık bir dal parçasının eseriymiş. İlk ulaşım aracı, ilk müzik aletleri ve hatta Tanrı figürleri bile hep ağaçtanmış. Eski toplumlarda ağaç ölümsüzlüğü, yeni doğuşu sembolize edermiş. Her topluluk bir dönem ağaca tapmış, her kültür varoluş nedeni bir Tanrı’da bir de ağaçta aramış. İnanışa göre cennette iki ağaç varmış biri incir ‘gerçek ağacı’ diğeri de zeytin ‘hayat ağacı’. Din kitaplarına gelince Peygamberlerin yaşamında ağaçlar ‘dokunulmazmış’.
Sonra her ne olduysa değiştik ‘modernleşme’ adı altında sözde evrimleştik. Kendimizi doğanın da, ağacın da üstünde görür olduk. Doğanın bizden intikam aldığına bir kez daha inanıyorum. Bunun ilk olmadığını da biliyorum. Hatırlarsanız geçtiğimiz yıl da kavak ağacı kesilirken bir kadın ağacın altında kalıp fena yaralanmıştı. Ama biz uslanmıyoruz yeşili kesmeye, doğadan hayat çalmaya devam ediyoruz. Peki; merak ediyorum hayat son bulup da toprağa uzandığımızda neden engin ve dingin bir ağacın altında gölgelenmek istiyoruz?

Yazarın Tüm Yazıları