Bir veda yazısı

BU köşedeki ilk yazım 20 Ekim 2009 tarihinde yayımlandı.

Haberin Devamı

“AB, yolsuzlukla mücadele istiyor” başlığını taşıyordu. Yazı, Avrupa Komisyonu’nun 2009 yılı Türkiye ilerleme raporunda yolsuzlukla mücadelede mevzuat açısından gördüğü yetersizliklere ilişkin saptamalarını, siyasilerin tabi olması gereken bir etik yasasının hâlâ çıkarılmamış olmasına ilişkin eleştirisini aktarıyordu.
Bu yazıdan sonraki 4 yıl 10 ay gibi bir süre içinde bugünkü hariç 1146 yazım çıkmış bu köşede. Bugün izninizle geçen bu dönemin bir muhasebesini yapmak istiyorum. Okurlara bir hesap verme çabası gibi de alabilirsiniz bu yazıyı.

* * *

Önce nasıl bir anlayışla yola koyulduğumu anlatmak istiyorum.
Bu süre içinde kendimi daha çok bir seminer öğrencisi olarak gördüm. Merakımı uyandıran, kafamı meşgul eden, kurcalayan konuları, sorunları derinlemesine anlamaya çalıştım. Ve her seferinde yeni bir şeyler öğrenmenin heyecanı içinde yazdım. Çalıştığım müesseseye, bana bu yazıları yazabilmem için sağladığı imkânlar, ama en önemlisi yazılarımı tam bir özgürlük içinde kaleme alabileceğim bir ortam yarattığı için müteşekkirim.
Bu köşede kanaatlerimi
ön plana çıkaran yazılardan çok olayları tahlil etmeye, hadiselerin arkasındaki faktörleri ortaya koymaya çalışan analitik yazılara daha çok ağırlık verdim. Bu tarzı benimsemem kuvvetli kanaatlerim olmadığı anlamına gelmiyor. Yeri geldikçe kanaatlerimi de pekâlâ paylaştım. Örneğin Türkiye’nin otoriterleşme yönündeki gidişatından duyduğum kaygıları değişmeyen bir çizgi içinde başından beri belirttim.
El attığım konuları etraflı bir şekilde araştırmak beni genellikle dosyalar halinde yazı dizilerine yöneltti. Örnek vermek gerekirse, geçen nisan ayında yeni MİT Yasası’nı incelediğim dosya beş yazı sürdü. Geçen yıl mart ayında tıp eğitiminin durumunu mercek altına yatırdığım dosyaya başladığımda iki-üç yazıyla işin içinden çıkabileceğimi zannederken, onuncu yazıda zorlukla noktayı koyabildim.
2010 Temmuz ayının sonunda Birinci Balyoz İddianamesi’ni okumaya başladığımda dört-beş yazıyla işin içinden çıkarım diye düşünüyordum. Eylül ayının ortasına doğru diziyi bitirdiğimde aralıksız 29’uncu yazıyı tamamlamıştım.

* * *

Haberin Devamı

Bu köşeye başlarken iç ve dış politikaya ağırlık vermekle birlikte müzik de dahil olmak üzere pek çok alana yayılan bir konu çeşitliliği içinde yazmayı tasarlıyordum. Başlangıçta bunu belli ölçülerde yapmaya çalıştıysam da son dönemde hukuk ve yargıya ilişkin yazıların payı giderek genişlemeye başladı. Bu planladığım bir şey değildi. Hukuka ilişkin konuların ülkenin gündemini kilitlemesi ve ayrıca pek çok başka alanda yaşadığımız sorunlarda çözümün hukuk-yargı boyutunda düğümlenmesi karşısında bu yöneliş kaçınılmazdı.
Bu durum beni Türkiye’nin tabi olduğu Avrupa hukuk rejiminin kurallarını, yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatlarını incelemeye yöneltti. 2012’den sonra 40’tan fazla yazım doğrudan AİHM içtihatlarını konu almış. Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvurularla ilgili kararlarını vermeye başlamasından sonra geçen aralık ayından bu yana 20’ye yakın yazım da doğrudan AYM içtihatlarına odaklanmış.
Yargı sorunlarına paralel bir şekilde hak ihlalleri de bu köşede giderek daha geniş bir yer tuttu. Özellikle Gezi olaylarından sonra biber gazı ve toplanma hakkına ilişkin AİHM içtihatları uzun bir süre gündemimde kaldı. Biber gazının insan sağlığına ilişkin mahzurları da dahil olmak üzere 15 kadar yazı yazmışım. Ayrıca Uludere dosyasını da ısrarlı bir şekilde takip ettiğimi söyleyebilirim.
Özel ilgi alanım olarak takibe aldığım bazı dosyalardan kopmamaya çalıştım. Örneğin telefon dinleme konularını 2009’dan beri hep gündemde tuttum.
AB ilerleme raporlarını bütün dudak bükmelere rağmen her yıl ayrıntılı bir şekilde etüt ettim. Önemsediğim bir konu da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarının tahlil edilmesiydi. Erdoğan’ın düşünce dünyasını, söylemini sık sık tematik başlıklar halinde analiz ettim.

* * *

Haberin Devamı



Tabii, fikren olgunlaşmış olan pek çok yazı konusu da ne yazık ki bir türlü sıra gelmediği için köşede yer bulamadı. Zaman bulamadığım ya da başka olaylar ön plana çıktığı için kaleme almayı ertelediğim ve sonuçta yazamadığım için bugün üzüntü duyduğum bir dizi konu var. Geçen temmuz ayında hayata veda eden Amerikalı ünlü kontrbasçı Charlie Haden’ı anlatan bir yazı kafamda şekillenmiş olduğu halde bir türlü kâğıda dökülemedi ne yazık ki.
Yeni görevim olan Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmenliği’nde düzenli bir köşe yazmayacağım. Buna zamanım da yok zaten. İşte bu nedenledir ki, şimdi kendimle ilgili gerçekçi bir karar alarak Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin sıfatımla bu köşeyi, köşe yazarı Sedat Ergin’e kapatıyorum. Sevgilerimle.

Yazarın Tüm Yazıları