Seçmen değil insan

Güncelleme Tarihi:

Seçmen değil insan
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 14, 2014 01:29

Ülke 3 seçimlik seçim rallisinin ikinci etabını da geçmiş oldu. İlk 2 etap sonrasında gördük ki Kürt meselesinde çözüm süreci, Gezi, 17 Aralık, Suriye-Reyhanlı ve IŞİD gibi oldukça radikal değişimler üretme potansiyeli yüksek olay ve süreçlere karşın AK Parti’nin siyasi hegemonyası yüksek toplumsal destekle sürmektedir.

Haberin Devamı

Bu desteğin sosyolojisini, nedenlerini ve motivasyonunu anlamaya çalışmak gerekiyor. 21 milyon mertebesinde bir büyüklükteki kitlenin ihtiyaç ve taleplerini, AK Parti ve Erdoğan’ın bu ihtiyaç ve taleplere nasıl bir cevap ve vaat ürettiğini anlamak gerekiyor. Bu desteği yalnızca dindarlık gibi ezber ve kolaycı okumalarla tanımlamak eksikli ve hatalı. Benzer şekilde AK Parti ve Erdoğan karşıtlığına oturan 12 milyonluk kitleyi, İhsanoğlu’na oy veren 15 milyonu ve özellikle de seçimlerde bilinçli olarak oy kullanmamayı seçmiş 13 milyonluk kitleyi de doğru analiz etmek gerekiyor. O nedenle belki de ihtiyacımız olan ilk şey, birkaç gün sükunet. Sonra da bu kümelenmelerin, farklılaşmaların her birinin tercihlerine saygı ve onları, ihtiyaç ve taleplerini, duygularını anlama çabası. Böyle bir çabanın ilk adımı ‘seçmen’ dediğimiz, başka alanların analizlerinde okur, izleyici, müşteri, tüketici olarak adlandırdıklarımızın her birisinin insan olduğunu akıldan çıkarmamak. İnsana dair her hikayede olduğu gibi de herhangi bir siyasi tercihin tek bir basit açıklaması yok.

Zihin, gönül beden, çevre

Haberin Devamı

m Bugünün bireyi yalnızca eğitimi, geliri veya değerleri üzerinden değil, ‘zihin-gönül-beden-çevre’ bileşkesinde tercih ve davranış geliştiriyor. Öğrenilenler ve bilinenler ya da gelir kadar duygular- korkular- algılar- beklentiler- inançlar-kökenler- aidiyetler- sosyal çevre gibi daha karmaşık etkiler altındaki bir süreç sonucunda tercihler oluşuyor. Bu noktadan bakınca futbol terminolojisi ile söylersek seçmen 3-5-2 taktiğiyle düşünüyor ve oynuyor. Savunma: Hanenin dirliği-düzenliği ve güvenliğinden (asayiş, krizlerden kaçınma) oluşuyor. Orta saha değerler, hayat tarzı, aidiyetler, eğitim seviyesi ve sahip olunan ideolojik tercihlerden oluşuyor. İleri ikili ise algı ve beklentiler. Hanenin geliri, geçimi, eğitim-sağlık-güvenlik ihtiyaçları karşılanmadan yani savunma başarılı olmadan oyun kurulamıyor ya da top orta sahaya geçirilemiyor. Orta sahada oyunu nasıl kurarsanız kurun, ne kadar top cambazlığı yaparsanız yapın, algı ve beklentiler olmadan gole gidemiyorsunuz. Bu birkaç cümleyle açıklamaya çalıştığım yerden bakarsanız, seçmenin oyunu almak için masa başı senaryolar, bir adayın ismi ya da slogan yetmiyor, daha bütüncül çabalar gerekiyor. Ve elbette seçmenin önüne korkular değil, bir iddia ve ütopya koymak…

Adayların yarattığı duygular

Haberin Devamı

ADAYLARDAN Tayyip Erdoğan ve Selahattin Demirtaş’ın kimliklerinin ve kampanyalarının seçim sonucu üzerindeki etkilerinin Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan daha yüksek olduğunu söylemek mümkün. Ana belirleyici dinamik kutuplaşma olsa da adaylara oy veren kitlelerin tek tipli olduğunu varsaymak ve kolay, şematik tanımlamalarla açıklamak gerçekçi değil. Erdoğan’ın kitlesiyle kurduğu ilişki kitlesini dönüştürücü bir güce sahip. Girdiği her seçimi kazanmış, girdiği her çatışmada galip gelen bir lider imajına sahip. Kitlesine vaatleri ve kitlesinin önüne koyduğu hedefleri var. Bu vaatlere kitlesinin inanması, vaatlerin ulaşılabilirliklerinden daha çok Erdoğan’ın şimdiye dek başardıklarından besleniyor.
UMUT VE ÖZGÜVEN
Erdoğan’ın bir iddiası ve ütopyası, bu iddiadan beslenen ince ince örülmüş stratejisi ve siyasi taktikleri var. Bu iddialarını seçmenine hissettiriyor, seçmenine umut ve özgüven aşılıyor. Kampanyası süresince yeni Türkiye, yeni anayasa, çözüm süreci vaatlerine yüklenirken şimdiye dek gösterdiği performansı da sürdüreceğine kitlesinin inancı tam. Erdoğan, 2010 referandumundan beri adım adım bu seçime gelen yolu döşedi. Her siyasi gerilimi Erdoğan yandaşı bir kimlik inşası yolunda kullanır partisini ve kitlesini dönüştürürken, yine bu uğurda gerilimler de üretti.
SİNERJİ ÜRETMEDİ
İhsanoğlu’nun öne çıkan temel özelliği siyaset dışından gelişi, tanınma eksikliği ve sakinliği oldu. Ülkenin temel siyasi meselelerinin ve gerilimlerinin çoğuna yabancıydı. Gerilimden beslenen ve kavga temelli siyaset tarzına hem yabancıydı hem de itirazı oldu. Kampanyası boyunca hukuka vurgu yaptı. Gerilimlere taraf olan veya çözüm üretici olan cumhurbaşkanlığı rolü değil hakemlik rolü vaat etti. Ama tanınma eksikliği ve siyaset dışından gelme gibi kişisel özellikleri nedeniyle değil, arkasındaki partilerin yanlış stratejileriyle kaybetti. Kampanyası ve söylemi beklenen sinerjiyi üretmediği gibi, Erdoğan karşıtlığı duygusuyla oluşturulan çatı aday formülünün sorunlu olduğu baştan belliydi. Bu kadar kısa sürede kendisini destekleyen bloğun potansiyel seçmenine bile umut aşılama şansı yoktu. Üstelik destekleyen partilerin örgütsel güçleri ve deneyimleri de arkasında tam olmadığı gibi kampanyası da etkileme gücünden yoksundu.
KIRILMA YARATTI
Kampanya sürecinin sürprizi Demirtaş’tı. Kürt kimliğiyle siyaset yaparken bu kimliği de aşarak ürettiği ‘yeni yaşam çağrısı’, ‘radikal demokrat’ gibi söylemlerle eski-yeni geriliminde ‘yeni’den yana tavır koydu. ‘Yeni Türkiye’ nasıl olmalı sorusuna cevaplar üreten bir siyaset ve kampanya yürüttü. Kürt meselesi diye kodladığımız meselenin yalnızca Kürtlere dair ve Kürtlerden ibaret bir mesele olmadığını, Türkiye’nin demokratikleşmesi meselesi olduğunu anlatmaya çalıştı. Bir yandan partisinin yüzde 6 eşiğine takılıp kalmış oyunu kayda değer biçimde aşan oy aldı, hem de bu oy sayısından daha çok sayıdaki seçmenin zihninde sorular ve kırılmalar üretti. Sonuçta, 10 Ağustos gecesi Erdoğan’a oy verenler ‘adayımız kazandı’ diye değil, ‘biz kazandık’ duygusuyla, Demirtaş’a oy verenler umut ve iyimserlikle, İhsanoğlu’na oy verenler korku ve öfke ile yatağa gittiler. Belki de sihir, yaratılan bu duygulardaydı. BİTTİ

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!