Yeni dönem

SEÇİMLERİ Tayyip Erdoğan’ın kazanması sürpriz değil.

Haberin Devamı

Kendisini kutluyorum, onun cumhurbaşkanı döneminin Türkiye için kutuplaşmanın azaldığı, siyasi tansiyonun düştüğü uzlaşmacı ve rasyonel davranışların geliştiği bir dönem olmasını diliyorum.
Aldığı yüzde 52 oyun da bunu gerektirdiğini düşünüyorum.
Çünkü partisinin gücünü, yürütülen kampanyanın yoğunluğunu, teşkilat dinamizmini düşünürsek, neden daha yüksek oy alamadığını kendisinin ve partisinin daha çok düşünmesi gerekir.
Çatı adayla daha yüksek oy bekleyen muhalefetin de neden 30 Mart’taki toplam oylarına bile ulaşamadığını herkesin çok düşünmesi gerektiği ortadadır.

YÜZDE 52’NİN GÜCÜ

Seçimleri kazanarak Türkiye’nin 12. cumhurbaşkanı seçilen Sayın Erdoğan’ın aldığı oylara biraz yakından baktığımızda dikkat çekici noktalar görünmektedir.
Bunca yoğun ve gürültülü kampanyaya rağmen Erdoğan’ın aldığı oy, 30 Mart seçimleri civarında kalmıştır. 30 Mart’ta yüzde 43, belediye başkanlıklarını kattığımızda yüzde 45 olan AKP oylarının bu seçimlerde yüzde 52 olmasının temel sebebi, katılımın düşmüş olmasıdır. 30 Mart’ta yüzde 89 olan katılım, bu seçimlerde yüzde 72’ye inmiştir. Katılım yüksek olsaydı Erdoğan bu oylarla birinci turda bu seçimi kazanamayacaktı.
Önümüzdeki 2015 seçimlerinde gerek siyasi motivasyon, gerek mevsim bakımından muhalefet daha aktif davranır, AKP de yine 20 milyon civarında oy alırsa, hiçbir şekilde Anayasa’yı değiştirme, hele de başkanlık sistemine geçme imkânı olmayacaktır. Demek ki Erdoğan Çankaya için düşündüğü siyasi projeleri parlamenter sistem içinde tutmalı, sistemi zorlamamalıdır.
AKP içinde Ali Babacan gibi kamuoyuna güven veren değerli isimlerin “üç dönemlik” diye tasfiye edilmesi, bu partiyi 2015 seçimlerinde ciddi sıkıntılarla karşı karşıya bırakabilir.

KÜLTÜRÜMÜZDE CUMHURBAŞKANI

Erdoğan daha yüksek oy alsaydı, seçmende başkanlık sistemi eğilimi olduğu düşünülebilirdi. Nispeten düşük sayılacak bir katılımda alınan yüzde 52 oy, parlamenter sistemin tamamen yerleştiğini gösteren bir sonuçtur aynı zamanda.
Bütün parlamenter demokrasiler gibi Türkiye’de de “cumhurbaşkanı” deyince akla gelen, politik kavga değildir. Aksine, dengeleyici ve barıştırıcı yaklaşımlardır.
Türkiye’de siyasi kültürümüz maalesef çatışmacıdır. Fakat cumhurbaşkanından hep siyasi olgunluk ve uzlaştırıcı tavırlar bekleriz. Bizim kültürümüzde cumhurbaşkanı partiler üstüdür, bunun için özel saygı görür. Kriz dönemlerinde kavganın tarafı olmasını değil, aksine tarafları toplayıp görüşmesini, tansiyonu düşürmesini bekleriz. Yargı başkanları, politikacılar, sivil toplum kuruluşları başbakanlara anlatamadığı sorunlarını gidip cumhurbaşkanına anlatır.
Sayın Abdullah Gül’ün “Kapım, bana karşı olanlara da daima açık oldu” sözü son derece önemlidir.
Çatışmacı bir kültürde cumhurbaşkanı hakkındaki bu rasyonel ve uzlaşmacı kültürümüzün ne kadar değerli olduğunu hatırlatmaya ihtiyaç var mı?

ÇANKAYA’DA NASIL DAVRANACAK?

Zaten seçimler de Erdoğan’ı “parlamenter cumhurbaşkanı” yapmış, bunun ötesine geçecek bir siyasi güç vermemiştir. Erdoğan parlamenter sistemin sadece kesin kurallarına değil, aynı zamanda teamüllerine de uygun davranırsa, yani partisiz ve ülkedeki siyasi akımları birleştirici davranırsa, kendisi de ülke de rahat eder.
Partisine ve hükümete müdahale etmesi, onu kısa vadede güçlendirse de uzun vadede siyasi istikrara zarar verir.
Muhalefetin çıkaracağı derseler ise bellidir; Erdoğan’ın sayısal oylarının dikkat çekici şekilde artmadığı bir seçimde, 7.5 milyon seçmeni sandığa götürememiş olmak ihmal edilebilir bir siyasi zaaf değildir.
Selahattin Demirtaş’ın oylarını dikkat çekici şekilde arttırması, dilerim ki Kürt hareketinde “Türkiyelileşme” eğilimini güçlendirir. Kandilin ağzıyla konuşsaydı bu oyları alamazdı besbelli.
Son alarak Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu, seçimden mağlup çıksa da, kavgacı siyasi hayatımızda kibar ve seviyeli tavırlarıyla bir kalite örneği olmuştur.
Bu seçimlerin ülkemiz için mutlu, barışık geleceklerin kapısını açmış olmasını diliyorum. Bu konudaki endişelerimi bu ilk günde yazmak istemedim.

Yazarın Tüm Yazıları