Cumhurbaşkanını değil rejim modelini seçeceğiz

YARIN sandığa gidecek olan vatandaşlar yalnızca Türkiye’nin 12’nci cumhurbaşkanı için oy kullanmayacaklar.

Haberin Devamı

Verilecek her oyun yönü, aynı zamanda Türkiye’nin yeni bir yönetim modeline geçip geçmemesi konusunda hayati bir tercihi de ifade edecek.
Bunun nedeni, seçimi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kazanması ihtimalinin yol açacağı doğrudan sonuçlarla ilgilidir.
Erdoğan sandıktan muzaffer çıktığı takdirde, Türkiye’nin yönetiminde -her alanda- son derece geniş yetkiler kullanabildiği mevcut sistemi Çankaya Köşkü’ne taşımayı tasarlamaktadır. Bu, karar alma mekanizmasının kendisinin, yani “tek adam”ın belirleyiciliğine dayalı olduğu bir sistemdir.
Seçilirse, genellikle kafasına koyduğunu yapan bir siyasi olarak Erdoğan’ın bu hedefini de büyük ölçüde hayata geçireceğini tahmin edebiliriz.
Zaten daha şimdiden AK Parti içinde yeni sistemin nasıl adlandırılacağı konusunda bir dizi yeni kavram türetilmeye başlanmıştır. Erdoğan’ın “Bakanlar Kurulu Başkanı” olacağını söyleyenler de var, yeni modeli “Başkanlı Parlamenter Sistem” olarak adlandıranlar da...
Başbakan Çankaya’ya çıktığı takdirde,
Türkiye’nin fiili anlamda - derecesi belli
olmamakla birlikte- bir başkanlık modeline geçileceği konusunda en azından kendi partisinin sözcüleri hemfikir görünüyor.
Bu durumda Türkiye’yi bekleyen potansiyel sorun, uygulamadaki “fiili durum” ile yazılı “anayasal çerçeve” arasında belirmesi muhtemel çatışmadan kaynaklanacaktır.

***

Türkiye’de yürürlükte olan sistem, koordinatlarını 1982 Anayasası’nın düzenlemiş olduğu parlamenter demokrasidir. Bu sistemde ipleri elinde tutan, yetki kullanımında nazım rolü oynayan ve -bir bu kadar önemlisi- kararların sorumluluğunu taşıyan aktör, bakanlar kurulunun başındaki başbakandır.
Cumhurbaşkanı Anayasa’da yürütme erki içinde birinci sırada tanımlanıp (madde 8), kendisine pek çok yetki tanınmış olsa da, son tahlilde sorumluluğu taşıyan hükümettir. Cumhurbaşkanının Bakanlar Kurulu’na başkanlık etmesi gibi bazı özel yetkiler de Anayasa’nın genel tasarımı içinde istisnai durumlar için düzenlenmiş, bu nedenle uygulamada neredeyse hiç kullanılmamıştır önceki cumhurbaşkanları tarafından.
Erdoğan ise sandıktan alacağı güce dayanarak, Anayasa’daki bu yetkileri yeniden ve esnek bir şekilde tefsir ederek uygulamak niyetindedir. Böylelikle, Çankaya’nın egemenlik alanını çizen karasularını, yani yetki alanını genişletmek istemektedir.
Ama sorumluluk taşımayacaktır. Çünkü yürürlükteki Anayasa parlamenter sistem tasarımı içinde bütün sorumluluğu hükümete vermiştir.
Anayasa’nın 105’inci maddesi, cumhurbaşkanına –vatana ihanet suçu dışında- mutlak bir sorumsuzluk tanıyor. Bu maddede “Cumhurbaşkanının resen imzaladığı kararlar ve emirler aleyhine Anayasa Mahkemesi dahil, yargı mercilerine başvurulamaz” deniliyor.
Aynı maddede önemli bir düzenleme daha var. Buna göre, cumhurbaşkanının -tek başına yapabileceği belirtilen işlemler dışındaki- bütün kararlarında başbakan ve ilgili bakanın, yani hükümetin karşı imzası gerekiyor. “Bu kararlardan başbakan ve ilgili bakanlar sorumludur” deniliyor ilgili maddede. Kararı alan ya da karara katılan ile sorumluluğu taşıyan ayrıdır.

***

Gelgelelim, yetkileri açısından Anayasa’nın tasarladığı dar bir elbiseyi giymek durumunda olan cumhurbaşkanının, sandıkta yüzde 50’nin üstünde oy alarak seçildiğinde bu sonucun kendisine büyük bir siyasi güç vereceği de inkâr edilemez.
2007 yılında tepkisel saiklerle ve aceleyle Anayasa’da cumhurbaşkanını halkın seçmesi yönündeki köklü değişiklik yapılırken, bu adımın 2014 yılında yaratabileceği potansiyel sıkıntılar o tarihte önemsenmemiştir. Cumhurbaşkanının sandıktan aldığı güce dayanarak yetkilerini artırmaya kalkması halinde, giydiği elbisenin, yani içinde hareket ettiği anayasal çerçevenin dikişlerinin atması muhtemeldir.

***

Sorun yalnızca yetkiler ve sorumluluk meselesiyle sınırlı değildir. Anayasa, cumhurbaşkanının tarafsızlığını da esas görüyor. Bu nedenledir ki, seçildiğinde cumhurbaşkanının “partisiyle ilişiğinin kesileceğini” öngörüyor. (Madde 101)
Oysa yönetim tarzı ve liderlik reflekslerini çok iyi tanıdığımız Erdoğan, Köşk’e çıkarsa parti işlerinden kolay kolay elini çekeceğe benzemiyor. Kaldı ki, Erdoğan’ın toplumun pek çok kesimini ötekileştiren, dışlayan kutuplaştırıcı bir seçim kampanyası izlemiş olması, kendisinin Anayasa’nın cumhurbaşkanına yüklediği birleştirici, toparlayıcı rolü yerine getirmesi ihtimalini şimdiden ciddi bir şekilde zora sokmuştur.
Sonuçta Erdoğan seçildiği takdirde, önümüzdeki pazartesi gününden itibaren kendimizi Anayasa’yla ilgili büyük tartışmaların içinde bulmaya hazır olmamız gerekiyor. Erdoğan’ın Başbakanlık’ta girdiği otoriterleşme yönündeki kuvvetli yönelişin Çankaya Köşkü’ne
aynen taşınmasının Cumhurbaşkanlığı makamı açısından yaratacağı sıkıntıları da bu tartışmalara ekleyebilirsiniz.
Dolayısıyla yarın kullanılacak oylar, Türkiye’nin yönetiminin nasıl bir modele kayacağını da tayin edecektir.

Yazarın Tüm Yazıları