İnancın kara deliği

Haberin Devamı

İLK GÜNAH O AĞACIN ALTINDA MI

TOPRAĞIN altındaki heykelin ucu göründüğünde, güneş batmak üzereydi.İnancın kara deliği
Aslında o saatlerde işi bırakıyorlardı.
Ancak üst tarafı görünen heykel o kadar heyecan vericiydi ki, Dr. Schmidt biraz daha devam etmek istedi.
Heykelin yarıya yakın bölümü ortaya çıkmıştı ama bu sırada hava da kararmıştı.
Yorgun arkeolog “Tamam, burada bırakıyoruz. Yarın devam ederiz” dedi.
Bu kararının, ertesi sabahtan itibaren başına hayatının en büyük belalarından birini açacağını aklından bile geçirmemişti.
O gece yorgun ama mutlu şekilde yatağına uzandı.
Tarihi yeniden yazacak bilgilerin peşinde olmak, ona tahmin edilemeyecek bir haz veriyordu.
Her günkü gibi günlük kazı yeri raporunu tamamlayıp, uykuya daldı.
Ertesi sabah kapısı hızla çalındığında, bir önceki günün yorgunluğunu henüz atamamıştı.
Asistanı hızla kapıya vuruyordu:
“Hocam uyanın, bir sorunumuz var...”

Haberin Devamı


KAZI YERİNE GİTTİKLERİNDE ŞAŞKINLIKTAN DONDULAR


Sabah hazırlıkları yapmak üzere kazı yerine giden ekip bir ‘yokla’ karşılaşmıştı.
İnancın kara deliğiBir gece önce yarıya kadar çıkardıkları heykel yerinde yoktu...
Türkiye’de kazı yapan arkeologların en büyük kâbusu buydu.
Koskoca Bergama’nın kaçırılmasının travmasını hâlâ atlatamayan Türkiye’de yabancı bir arkeoloğun başına gelebilecek en büyük felaketti bu.
Yerel yöneticilerin ve Kültür Bakanlığı’nın gözleri anında Dr. Schmidt’e dönmüştü...
Daha o gün müfettişler görevlendirilmiş ve çalışmaya başlamıştı.
Olağan şüpheli Dr. Schmidt’ti...
Oysa o akşam kendisiyle birlikte olanlar Alman arkeoloğun bu olayla hiçbir ilgisinin bulunmadığını biliyorlardı. Onun amacı heykeller değil, heykellerin bize anlattığı hikâyeyi öğrenmekti.
Kayıp heykelin ne olduğu hiçbir zaman öğrenilemedi. O heykeli yapan mahir ustayı bilemediğimiz gibi, o sabah onu oradan alan mahir hırsızı da bilemeyeceğiz.
Daha sonraki günlerde, hırsızlığın kazılarda çalışan iki işçi grubunun çatışmasından kaynaklandığı ortaya çıkacaktı, ama bu olay Dr. Schmidt’i çok üzmüştü.
Kayıp heykel bugüne kadar ortaya çıkmadı...
O yüzden, tarihin yeniden yazılmasında oynaması gereken rolü oynayamadı.

Haberin Devamı

BURASI TARİHİN İLK HAC MERKEZİ OLABİLİR Mİ

Bütün bu ölümcül erkek hayvanlar arasında, çırılçıplak bir kadının yeri ve anlamı neydi?
Dr. Schmidt yavaş yavaş o ağacın köklerine inmeye başlamıştı.
Ama çıplak kadını, o ağacın altına yerleştirmeden önce cevabını vermesi gereken bir soru vardı.
Artık emindi... Bu kozmik daireler ve onun etrafında saf tutmuş taştan insan tasvirleri, bize açıkça şu mesajı veriyordu:
Burası bir ayin yeriydi...
Ama etrafında insanların yaşadığına dair hiçbir belirti bulunmadığına göre, burada kim ayin yapıyordu...
İşte ilk defa o an düşündü...
Acaba burası bir hac merkezi miydi...
Gözünün önüne öteki hac merkezleri geldi...
Mekke... Vatikan... Kudüs... Buda’nın aydınlandığı yer olan Bodh Gaya...
Kuzey Amerikalı yerlilerin kutsal bölgesi Cahokia...
İşte ilk defa o an aklındaki soruyu yüksek sesle dile getirdi.
Acaba burası tarihin ilk hac merkezi mi?...
Kazı yerine bir sessizlik çöktü...
Sessizliği yardımcısının sorusu bozdu.
“Dr. Schmidt... İyi ama o tarihte henüz dinler yoktu ki...”



DR. SCHMIDT ACABA İNANCIN KARA DELİĞİNİ Mİ KEŞFETMİŞTİ


İnancın kara deliği

Haberin Devamı

Kazdıkları bölge M.Ö. 8200 yılına aitti...
İnsanlar henüz yerleşik düzene geçmemişti... Avcılık ve toplayıcılık dönemiydi...
Tarihçiler ve arkeologlar o güne kadar bize şunu anlatmışlardı.
İnsanlar önce yerleşik düzene geçmiş, sonra dinler ve inanışlar başlamıştı.
Bazılarına göre, “Dinleri ve inançları insan yaratmıştı...”
Yani, “Allah insanı değil, insan Allah’ı yaratmıştı...”
Dr. Schmidt bir süre sessiz kaldı...
Sonra ağzından şu cümle döküldü:
“Öyleyse bu bildiklerimiz yanlış...”
Göbeklitepe’de ulaşılan bilgiler, insanlığın daha yerleşik döneme geçmeden, dinlerin ve inançların ortaya çıktığını gösteriyordu.
Göbeklitepe’deki ağaç, artık bize hiç bilmediğimiz bir hikâyeyi anlatmaya başlamıştı.
Bu kazılar bize, insanlığın ve inaçların tarihinin hiç de bize anlatıldığı gibi olmayabileceğini söylüyordu.
Acaba “inancın kara deliği” o ağacın altında mı başlıyordu?...
İnanç ve inanış tarihi acaba orada yeniden mi yazılacaktı?...
Mesela o çıplak kadın kabartması...
“Acaba ilk günah o ağacın altında mı işlenmişti?...”
Havva’nın yediği yasak meyve elma değil de karadut muydu?...
Veya o kadını ve yediği meyveyi insan zihni mi yaratmıştı?...

Haberin Devamı

BODRUM KATINDA BOEING 747 İMAL ETMEK GİBİ BİR ŞEY

“O günün imkânlarıyla orada bu daireleri ve taş yapıtları yapabilmek, bugün bodrum katında bir Boeing imal etmek gibi bir şeydir...”
Dr. Schmidt daireleri ve taşların üzerindeki işçiliği gördükten sonra arkadaşlarına böyle demişti.
Evet, henüz kim olduğunu, ne olduğunu bilmediğimiz bir güç,
M.Ö. 8200 yılında oraya mükemmel bir ustalıkla bir inanç kozmozu kurmuştu...
O mahir sanatçının kim olduğunu hâlâ bilmiyoruz.
İnsanlar mıydı, yoksa ilahi bir güç mü?...
Ama bildiğimiz bir şey varsa,
o da şu:
Tektanrılı dinlerin kurucusu olarak bildiğimiz Hazreti İbrahim insanlığı yepyeni bir ilişkiler sistemine götürecek olan ilahi yürüyüşüne bu topraklardan başlamıştı.
Yani ‘O Ağaç’ın altından...
Bir tesadüf olamazdı.
O zaman o ağacın, hiç olmazsa sembolik bir anlamı olmalıydı.

Haberin Devamı


HAVVA ANAMIZIN ALTINDA YASAK ELMAYI YEDİĞİ AĞAÇ YOKSA O MU


İncil’deki Genesis diye geçen “Yaradılış” bölümünde Garden of Eden, yani yasak elmayı yiyen Âdem ile Havva’nın kovulduğu “Cennet Bahçesi”nin Asur’un batısında olduğu yazıyor.
Asur tabletlerinde Beth Eden adlı bir medeniyetten bahsediliyor. Tevrat’ta ise bahçenin Suriye’nin kuzeyinde olduğu belirtiliyor. “Eden” kelimesi Sümerce “Ova” anlamına geliyor.
Tektanrılı dinlerin kutsal kitaplarının “Cennet” diye tarif ettiği yer ‘O Ağaç’ın köklerinin uzandığı topraklar.
Göbeklitepe de Harran Ovası’nda bulunuyor.
İşte bu nedenle, Dr. Schmidt, “Göbeklitepe, Âdem ile Havva’nın yaşadığı cennet bahçesindeki bir tapınaktı” diyor.
Orası ‘Cennet Bahçesi’ ise
o toprağın üzerinde insanları hâlâ kendine çağıran O Ağaç nedir?...
Yoksa T taşlarının üzerindeki o çırılçıplak kadının yediği yasak meyve elma değil de, bu ağacın karadutu muydu?
İnancın kara deliği bilinmezlerle dolu.
Kara deliğin içine düşen
meteorlar gibi... Işık hızından daha büyük bir hızla dibe gittiği için oradan hiçbir şey geri çıkamıyor...
“Öteki dünya” düşüncesi de böyle bir kara delik değil mi?...
Oradan geriye dönen yok...
O zaman o kara deliğin bıraktığı boşlukları yorumlamak biz insana düşüyor.


KARA DELİĞİ GÖBEKLİTEPE VE CERN Mİ AYDINLATACAK


İnancın kara deliği

‘O Ağaç’ın hikâyesi burada bitiyor.
Arkeologlar inancın kara deliğini kazmaya devam ediyorlar.
İsviçre’nin CERN laboratuvarlarında insanlar “Tanrı parçacıklarını” arıyorlar.
Yaptıkları bilimsel deneyler onları görünmeyen metafizik bir sınıra götürüyordu.
Fizik bilimi kainatın “Büyük Patlama”dan (Big Bang) doğduğuna inanıyor.
Bu patlamadan sonra kara delikler oluşmuştu.
Göbeklitepe kazılarında ortaya çıkarılanlardan sonra bazen kendime soruyorum.
Acaba dinler de böyle büyük bir patlamadan mı doğdu?...
İnancın kara deliği ‘O Ağaç’ın altında mıydı?...
Felsefenin aradığı şu sorunun cevabı o kara delikte mi yatıyordu:
“O mu bizi yarattı, yoksa biz mi O’nu...”
İnsanlığın çok, çok büyük bölümünün ve benim de bugüne kadar verebildiğimiz cevap şuydu:
“O bizi yarattı...”
En azından kendi payıma, bu inancımı değiştirmem için bir neden yok.
Öteki cevabı doğrulayacak kanıt bulamadığımız sürece, bu belki de tek cevap olarak kalacak.
Belki de böyle kalması çok daha iyi...
Hâlâ açlıklarla, zulümlerle, katliamlarla, zalim diktatörlerle mücadele ettiğimiz şu dünyada yalvaracak, yardım isteyecek, sığınacak ve şükredecek bir Allah’ımızın olması en büyük şansımızdır.


4 BİN KİLOMETRE ÖTEDE BİR MEZARLIKTA BİTEN YOLCULUK

İnancın kara deliği

Kasabanın kenarındaki küçük mezarlığa giren grup, yeşil plastik halıya benzeyen zeminin ortasında açılan mezara doğru ilerledi.
Tabut mezara indirildikten sonra, grubun arkasındaki takım elbiseli erkek, mezara doğru yürüdü... Elindeki vazonun kapağını açtı ve içindeki toprağı mezarın içine boşalttı.
Toprak, 4 bin kilometre öteden, Türkiye’nin Şanlıurfa şehrine 10 kilometre uzaklıktaki bir tepeden getirilmişti.
‘O Ağaç’ın altından...

* * *

Dr. Schmidt 20 Temmuz günü aniden öldü. Geçmiş tıbbi kayıtlarına göre belirgin bir hastalığı yoktu... Beklenen bir ölüm değildi...
Sanki Göbeklitepe’yi kuran ilahi güç onu zamanından önce
‘O Ağaç’ın altına çağırmıştı...
Toprak döküldükten sonra mezar kapatıldı...
Küçük arkadaş grubu sessiz adımlarla mezarlıktan ayrıldı...
Ağacın biraz ötesindeki dairelere doğru kollarını kaldırmış
T taşları, o gün son ayinlerini, bu olağanüstü arkeolog için yaptılar.
Kasabanın rahibi gibi onlar da ayinlerini şu sözlerle tamamladılar:
“Küller küllere, toprak toprağa...”


‘10 Emir’den eski


İnancın kara deliği

TAŞ, insanoğlunun geleceğe bıraktığı ilk mesaj. O nedenle bir taş arkeolojisinden bile bahsedilebilir. Bugüne kadar bilebildiğimiz en eski taş anıtlar, İngiltere’deki Stonehenge’lerdi.
Göbeklitepe’deki T taşları ise onlardan 6 bin, dünyanın 7 harikasından biri sayılan piramitlerden ise 7500 yıl daha eskiye gidiyor.
Tektanrılı dinlerin ilk kutsal yazıtı sayılan ve Sina Dağı’nda Musa’ya 2 taş plaket halinde indiğine inanılan “On Emir”den de çok eskilere gidiyor.
Yani Göbeklitepe’nin T taşları için “Dünyanın taşla verilen ilk ilahi mesajı” diyebiliriz.
Bu da inanç tarihinin yeniden yazılması düşüncesini destekliyor.


Teşekkür


İnancın kara deliği

Bize bu diziyi hazırlama arzusunu veren Cumhuriyet gazetesi yazarı Özgen Acar’a, Harran konusunda uzman rehber Nükhet Everi’ye, Hürriyet Berlin Bürosu Şefi Celal Özcan’a, Doğan Haber Ajansı Gaziantep Bölge Şefi Hasan Kırmızıtaş’a, Almanya’daki cenaze töreninin fotoğraflarını bizim için çeken Doğan Haber Ajansı muhabiri İlhan Baba’ya teşekkür ederiz. Bir de çok özel teşekkürümüz var. Almanya’daki sadece yakın arkadaş grubunun katıldığı cenaze töreninde fotoğraf çekmemize izin veren, o acısı içinde
bize bazı bilgileri aktaran, Dr. Klaus Schmidt’in eşi Çiğdem Köksal Schmidt’e teşekkür ederiz.

Önemli not

Bu yazı dizisi Dr. Klaus Schmidt ve ekibinin Göbeklitepe’de yaptığı kazılarda buldukları üzerine hazırlandı. Şunun altını açıkça çizmeliyim. Dr. Klaus Schmidt çok başarılı bir arkeologdu ve kazılarda ortaya çıkardıkları, yazdıkları kendi başına çok önemli şeyler. Onları bu çerçeve içinde değerlendirmek, arkeologların, tarihçilerin uzmanlık alanına giren bir şeydir. Benim 3 gündür yazdıklarım tabii ki, bir bilimsel makale değil. Bir gazetecinin bu veriler üzerine kurduğu bir senaryo olarak okunmalı. Bir nevi “Arkeolojik thriller” de diyebilirsiniz. Schmidt’in çalışmaları elbette bilimsel çalışmalarla daha ileri götürülecek. Ama bugün inanç diye bildiğimiz, hatta tarih diye kabul ettiğimiz olayların ne kadarı gerçek, ne kadarı insan muhayyilesinin ürünüdür biliyor muyuz? Yani arkeolojik bulgular üzerine hayal kuracak, senaryo yazacak insanlara da ihtiyaç var. Arkeolojinin giderek daha da yayılan bu “entertainment” yanını da küçümsememeliyiz.

Yazarın Tüm Yazıları