Gün gelecek onlar kadar parlak bir yıldız olacaksın

Yağmur bitmek tükenmek bilmezcesine yağmaya devam ediyordu.

Haberin Devamı

Karaköy rıhtımının sise bulanmış kaldırım taşları, gecenin sessizliğinde sadece iki gölgeye koynunu açmıştı. Kaptan giysileri içindeki bıyıklı, yakışıklı adam, karşısında titreyen uzun saçlı, zümrüt gözlü genç kıza iyice yaklaştı. Bir an göz göze geldiler. Bu bakışlarda öyle bir titreşim vardı ki, o an yıldırım çaksaydı, o gözlerin parlaklığında eriyip giderdi. Tutkuyla sarıldılar birbirlerine. Sonra ağır adımlarla yürüyüp uzaklaştılar. Bu aşka bir yağmur tanık olmuştu bir de Yalnızlar Rıhtımı...
Film bu sahneyle sona eriyordu ama iki genç insan arasında yıllar sürecek ölümsüz bir sevgi de işte böyle başlıyordu. Aşk öylesine hızlı gelmişti ki, önceleri kimse inanamıştı. Hatta kendileri bile... O meşhur sahnede başını erkeğin omzuna dayamış yürürken, onunla ilk tanıştığı gün gelmişti aklına...
Henüz 18 yaşında tiyatro sevdalısı genç bir kızdı. O gün Küçük Sahne’nin provalarına katılmak için davet almış, salonun bir köşesinde oturup sessiz sedasız sırasının kendisine gelmesini bekliyordu. İşte o anda kapı açıldı ve bir fırtına gibi girdi içeriye ince bıyıklı yakışıklı genç adam. Başta Münir Özkul olmak üzere herkesle öpüştü, selamlaştı, prova için sahneye çıktı. “Burada bir defterle kalem olması lazım” dedi gür sesiyle...
Saçları örgülü kız doğruldu, tedirgin bir sesle “Sadri Bey isterseniz benimkini kullanabilirsiniz” dedi.
Genç adam onu ilk kez fark etmişti. “Böyle küçük kız çocuklarını kim alıyor tiyatroya” diye dalga geçercesine konuştu.
“Benim adım Çolpan” dedi, bozulmuştu ama hiç belli etmedi. Sonradan yıllarca isimleri birlikte anılacak ve efsanevi bir evliliğe imza atacak olan Çolpan İlhan ve Sadri Alışık ne gariptir ki bu tanışmadan sonra yıllarca arkadaş kaldılar.
Baylan Pastanesi’nde çaylarını yudumlarlarken Sadri ona yeni tanışığı sevgililerini anlatır, hatta bazıları için hediyeler seçmesini bile isterdi. İzmirli ailenin üç çocuğundan biriydi Çolpan... İçindeki tiyatro aşkının yanı sıra Attila İlhan gibi bir abiye sahip olmanın gururunu taşıyordu.
Çocukluk günlerinde bir yaz gecesi Adana’daki evlerinin bahçesinde abisine oyuncu olmak istediğini söylemiş, o da gökyüzünde yanıp sönen yıldızları göstererek “Gün gelecek onlar kadar parlak bir yıldız olacaksın” demişti.
Ne ilginçtir, Çolpan’ı bir yıldız gibi parlatan filmin senaryosunu yazmak da yıllar sonra abisi Attila İlhan’a düşecekti. ‘Yalnızlar Rıhtımı’ Türk sinemasının yüz akı filmlerden biri olarak anılmasının yanı sıra, Sadri Alışık ve Çolpan İlhan aşkının başlamasına da neden olan yapım olarak da kazındı zihinlere...
Çolpan İlhan, bu filmden önce, sanat hayatında çok hızlı yol almıştı. Henüz 20 yaşındayken oynadığı ‘Kamelyalı Kadın’, ‘Bir Şoförün Gizli Defteri’, ‘Zümrüt’ gibi filmler büyük hasılat yaptı. Bu arada Münir Özkul ve Metin Erksan’la yaşadığı gençlik aşklarından sonra Fikret Hakan’la da nişanlanmıştı.
Ama Sadri Alışık’la yepyeni bir dönem açıldı hayatında. Bir gün durup dururken Alışık’ın “Benimle evlenir misin?” sorusu üzerine 1959’da dünya evine girdiklerinde aralarındaki sevgi öyle güçlüydü ki gözleri başka hiçbir şeyi görmüyordu.
Bu yıldırım aşkına en çok şaşıran da Fikret Hakan olmuştu. ‘Asla Unutadım’ adlı kitabında olayı şöyle anlatacaktı: “Çolpan İlhan’la nişanlıydık. Sivas’ta askerliğimi yaparken, Çolpan’dan bir mektup geldi. Mektupta ‘Biz Sadri’yle evleniyoruz’ yazılıydı. Çok şaşırdım. Asla da bir gün ‘Neden?’ diye sormadım. Hiçbir şey olmamış gibi davrandık. Sadri’yle birbirlerini gerçekten sevmişler demek ki bu evlilik Sadri ölünceye kadar devam etti.”
Şişli’deki Abide Apartmanı’nın üçüncü katının 14. Louis stili döşenmiş salonu yıllarca Sadri ve Çolpan çiftinin hem aşk yuvası, hem de sığınağı olmuştu. Her pazar Attila İlhan ve Hulki Saner’in de aralarına katılmasıyla mükellef bir öğle yemeği yerlerken, küçük oğulları Kerem de onlara eşlik ederdi. Bu muhabbet yıllarca sürdü gitti.
Sofra kültürünü, misafir ağırlamasını bilen, içki içmeyi seven ve bir an olsun yerinde duramayan, sürprizlerle dolu bir insandı Sadri. Kimi geceler sabahın üçünde Çolpan’ı uyandırır, bentlerde öten bülbülleri dinlemeye götürürdü. Ama Sadri Alışık’ın Çolpan İlhan için söylediği bir cümle var ki aşkın birebir tarifi sanki:
“Çolpan, kopya kâğıdı kullanmadan yazılmış, edebi değeri son derece zengin bir sayfa ve bana göre tek nüsha...”

Haberin Devamı

I. Dünya Savaşı bundan 100 yıl önce sıcak bir 28 Temmuz günü başlamıştı

Haberin Devamı

Aslında tarihin en kanlı savaşlarından birine neden olmasa, Nedeljko Çabrinoviç ve Gavrilo Princip adlı iki kafadarın Avusturya- Macaristan Veliahtı Arşidük Franz Ferdinand’a yaptıkları suikast girişimi traji komik bir film sahnesinden öteye geçemeyecekti.
Çabrinoviç ve Princip, Avusturya-Macaristan zulmünden bıkmış iki genç Sırp milliyetçisiydi.
Bu suikastı 28 Haziran 1914 günü, veliahtın Saraybosna’ya geleceğini öğrenince birkaç dava arkadaşı ile birlikte planlamışlardı.
Eğer işler ters giderse örgüt arkadaşlarının ismini vermemek için yanlarına birer kapsül de siyanür almışlardı.
Veliaht ve karısı arabalarından inerken el bombasının pimini çekip fırlatan Çabrinoviç oldu.
Fakat acemi suikastçı hedefi tutturamamış, üstelik telaşla kaçarken ağzına attığı siyanür kapsülü bozuk çıkmıştı. O heyecan içinde kendini yanıbaşındaki nehire attı, gelin görün ki düştüğü yerin derinliği 10 santimi bile geçmiyordu. Çabrinoviç ‘bahtsız bedevi ‘misali yakayı ele verince, Veliaht Ferdinand suikastten sağ salim kurtulduğunu düşünerek hayatının hatasını yaptı.
Çünkü az ilerde bekleyen Princip, 19074 seri numaralı Browning marka tabancasını onu görür görmez ateşleyecekti. Silahtan çıkan iki kurşun Arşidük ve eşini, kanlar içindeki bedenlerini yere yıktı. İşte bu suikast, I. Dünya Savaşı’nın gerçek nedeni olmasa bile barut fıçısına atılan bir kıvılcım etkisi gösterdi ve dünyayı dört yıl boyunca daha önce benzeri görülmemiş bir karanlık çağa itti. I. Dünya Savaşı resmi olarak bu suikasttan tam bir ay sonra yani yüz yıl önce bugün, 28 Temmuz 1914’te Avusturya’nın Sırbistan’ı bombalamasıyla başladı. Kuşkusuz o günün şartları ile bugünküler belki birbirlerine tam olarak uyuşmuyor.
Ama yine de sanayi devrimi, ekonomik dengelerin el değiştirmesi, sömürgeler, deniz yollarına hakimiyet ve en önemlisi petrol yataklarının mülkiyeti gibi unsurların bu korkunç savaşın ana nedenleri olduğu göz önüne alınırsa; o günden bu yana Pek bir şeyin değişmediği de ortada...
Bugün çevremize şöyle bir bakarsak, aradan geçen koca bir asra rağmen insanlık, çekilen acılardan hiç ders almamış sanki. Bu sefer Avrupa değil fokur fokur kaynayan, burnumuzun dibindeki tarihin en kadim toprakları Ortadoğu. Kan revan içindeki Gazze, güya İslam adına kafaların kesildiği bölünme arifesindeki Suriye ve artık fiilen üç parça haline gelen karmakarışık bir Irak...
Ukrayna semalarında bir uçak, faili meçhul bir füze tarafından düşürülüyor. Dünyanın dört bir köşesinden sürekli masum sivillerin ölüm görüntüleri geliyor.
Televizyonda haber bülteni izlemeye korkar olduk. İnsanlık, bundan tam 100 yıl önce bugün başlayan ve milyonlarca canın yok olmasına neden olan büyük savaştan neden hiç ders çıkarmaz diyor soruyorum kendime. Bu büyük tehlikenin neden farkında değil hiç kimse?
Umarım tarih tekerrür etmez diye dua etmekten başka çare yok. Devletler bu kadar acımasız oldukça, halklar daha çok acı çeker çok...

Haberin Devamı

Bayram geldi, hoşgeldi

Recep Tayyip Erdoğan’ın Ramazan Bayramı mübarek olsun...
Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Şeker Bayramı mübarek olsun... Selahattin Demirtaş’a iyi bayramlar...
Ertuğrul Özkök’e nice bayramlar...
Akif Beki’nin Ramazan Bayramı mübarek olsun...
Ahmet Hakan’ın bayramı kutlu olsun...
Uzar gider bu liste...
Sözün özü, ‘Bayram gelmiş neyime’ demeden; laikler, mütedeyyinler, çağdaş dindarlar, gelenekçiler, ulusalcılar, milliyetçiler, o taraftan bu taraftan herkese şeker gibi bir Ramazan Bayramı dilerim... Hepimize, hepinize, her birimize...

Yazarın Tüm Yazıları