Denizden gelen o ses

Haberin Devamı

1-PERŞEMBE akşamüzeri...

Güneş olabilecek en harika ışığı ile tepelerin arkasına çekiliyor.
Gökova’nın dibindeki Akbük Koyu’nda tekneden iskeleye ayağımı bastığım anda, denizden bir ses geliyor:
“Ertuğrul Bey...”
Aşağı bakıyorum...
Denizde bir adam bana bakıyor.
Yüzme gözlüğünü başının üzerine çekmiş.
“Beni tanıyorsunuz ama burada hatırlamamış olmanız çok doğal” diyor.

* * *

Beni tanıyan bir insanı tanıyamamak beni hep sıkıntıya sokar.
“Tanıyamadım” diyorum.
“Ben...” diyerek adını veriyor.
Yine hatırlamıyorum.
“O zaman size hatırlayabileceğiniz bir ipucu vereyim” diyor...
“Balyoz davası tutuklularından...”
O an bana gönderdiği mektubu hatırlıyorum.
“Sizlere ve Hürriyet’e çok teşekkür ediyorum. Hem içerideki bizlere, kimsesiz olmadığımız duygusunu verdiniz, hem de Türkiye ve dünyaya bize yapılan haksızlıkları duyurdunuz” diyor.

* * *

Haberin Devamı

Benim aklımsa başka bir şeye takılmış.
Güzel bir yaz günü... Ege, temmuzunu yaşıyor.
İçimden ses, “Şu kadere bak” diyor.
O, burada, eşiyle ve çocuklarıyla Türkiye’nin yaz keyfini yaşıyor.
Ama onların hayatından üç-beş yazı çalanlar aynı gün ellerinde kelepçelerle içeri giriyorlar.
Bu hayat, bu kahpe felek bize her gün inanılmaz hayat bilgisi dersleri veriyor.
Görmüyoruz... Ders almıyoruz.
O yüzden tarih, gözümüzün önünde hep tekerrür ediyor.
Yeni haksızlıklar ve yeni acılarla.
Yeni zalimler ve yeni mazlumlarla...

2-İyi de nereye kadar gideceğiz Ertuğrul Bey

BEN iskelenin üstünde, Balyoz mahkûmu albay denizde, sohbete devam ediyoruz.
“Şu kadere bak, siz hapisten çıkmışsınız, bugün burada denize giriyorsunuz, sizi hapse attırıp, geçen yıl buralarda denize girenler ise şimdi hapise giriyor” diyor, devam ediyorum:
“Kelepçe takma sırası şimdi başkalarında. Muhtemelen bugün onların ellerine kelepçe takanların ellerine de ileride başkaları kelepçe takacak.”
Bu sözün onun hoşuna gideceğini sanıyorum.
Tam aksi oluyor ve beni şaşırtan şu sözleri söylüyor:
“İyi de nereye kadar Ertuğrul Bey... Biz bu bitmeyen hesaplaşmaya sevinecek miyiz...”
Devamında, bana göre çok etkileyici şu sözü söylüyor:
“Bir yerde çizgi çekmek gerekir...”
Söyleyecek söz bulamıyorum, o devam ediyor:
“Ramazan aylarında içeride bir tek orucumu bile kaçırmadım. Bazıları anlamıyor ama biz de inançlı insanlarız. Ama artık şu güzel sahillerde bir kadeh rakımı huzur içinde içmek istiyorum. İsteyen başka sahillerde, bu sahillerde, yanı başımda, inancını isteği gibi yaşasın. Birbirimizi rahatsız etmeyelim. Kabullenelim. Yeter ki huzur içinde yaşayalım.”
Karşımdaki insan, hayatının üç yılını, bir iftira yüzünden hapiste geçirmiş, aylarca medyanın bir bölümü tarafından aşağılanmış, ailesi perişan edilmiş biri...
Askeri okuldan 1990 yılında mezun olmuş.
“90 sınıfı” Türk donanmasına çok başarılı subaylar yetiştirmiş.
28 kişiden 25’inin hayatı Bal-yoz davasında karartılmış, canları kadar sevdikleri firkateyn-
lerinden koparılıp alınmışlar.
Geriye sadece üç kişi kalmış...
Onlar, artık Akdeniz’de bayrak dalgalandıramayacak hale getirilen bir donanmanın kahraman ve başarılı çocukları...
Dile kolay...
Üç yıl yatmış... Ama içinde intikam duygusunun zerresi yok... Sesinde, desibelin binde biri kadar öfke yok...

Haberin Devamı

3-Tuhaf değil mi, içeridekiler sakin, dışarıdakiler öfkeli

TUHAF değil mi...
Cumhuriyet tarihimizin en büyük iftirasının kurbanı olan insanlar, üç yıl, beş yıl yattıktan sonra muazzam bir insani duyguyla ve affetmişlik hissiyle içeriden çıkıyor...
Ama hayatlarında üç gün bile hapis yatmamış biz dışarıdakiler öfkeliyiz...
Ellerimiz silahta değil, ama kelepçede.
Bir kısmımız o kelepçeyi takıyor. Bir kısmımızın ise eline takılıyor.
Biliyoruz ki bu bir kelepçe takma yarışı ve sırasıdır.
Bugün bana, yarın sana...
Kelepçeli bir kan davası sürüp gidiyor...

4-İçimden bir ses bana diyor ki

İÇİMDEN bir ses diyor ki:
“İftiralara uğramış, hapislerde çürütülmüş insanların bu huzurlu ve bağışlayıcı sesine kulak ver...”
Öfkeni yen, barışmayı öğren...
Affetmenin en güzel erdem olduğunu, ta şuraya, yüreğinin hizasına yaz.
O sesi dinleyip yazıyorum.
İçimdeki ses bu defa Başbakan Erdoğan’a dönüyor...
Ona diyor ki:
“Bak 3.5 ay yattın.
Üstelik özel bir hapishanede ve her gün yüzlerce
binlerce ziyaretçiyle... Ama 12 yıldır iktidardasın ve hâlâ o 3.5 ayı unutmuyorsun, unutturmuyorsun. Unut artık. Affetmeyi, barışmayı öğren.”

Haberin Devamı

5-Sadece yarım bir ‘cumhurun’ başkanı olmak istemiyorsan

SAYIN Başbakan...
Yenin bu öfkenizi artık. Üç buçuk yıl hapsinizin kefaretini hem sorumlularına hem hepimize yeterince ödettiniz. Denizdeki albayın sesine kulak verin.
Bir çizgi çekin artık...
Ülkemize huzur gelsin.
Şu sıkılmış yumruklar gevşesin, her gün tetikte, ya kelepçe takmayı, ya kelepçe takılmayı bekleyen eller kucaklamak için açılsın...
İçeridekiler hayat bilgisi dersini aldı...
Dışarıdakiler huzur dersinden, insanlık imtihanından sınıfta kalmasın...
Ülkenin yarısı sizi alkışlıyor, ama unutmayın, öteki yarısı da yuhalıyor, beddua ediyor.
Yarım bir ülke size yetiyorsa, diyeceğim bir şey yok...
Ama “cumhur” dediğiniz şey, sadece sizinkilerden ibaret değilse, öteki yarısı da bu ülkenin “cumhuru” ise, yeni bir sayfa açın.
Hem hayatınızda, hem gönlünüzde...
İnanın daha mutlu olacaksınız...
Türkiye bu çok tehlikeli amok koşusundan çıkıp huzur bulacak.

Yazarın Tüm Yazıları