Bitkisel yağda yeni oyunlar

ÜLKEMİZDE yıllardır en büyük vurgunlardan biri olan ‘10 numara yağ’ adı altında satılan motor yağı devletimizin uyguladığı politikayla son bir-iki yıl içinde bitirildi. Bayrampaşa Otogarı’nda bile 10 numara yağ üretiliyordu. Daha önce sıkı önlem alınsaydı, dünyada olmayan bu rezillik yaşanmazdı.

Haberin Devamı

Bu bitti de, ‘yenisi’ gelmedi mi, geldi.
Yeni bir kaçak ‘akaryakıt sektörü’ oluştu; açık ifadeyle ‘sahtekârlığı’...
Gıda sektöründe kullanılmak üzere ithal edilen ‘bitkisel yağlar’ kaçak akaryakıt sektörüne satılıyor bu kez; hem de göz göre göre...
Denetim yok!
İthalatçı % 31.2 gümrük vergisi ve % 8 KDV ödeyerek istediği miktarda bitkisel yağ getirebiliyor. Ayçiçekten soyaya, keten yağına ve tohumuna; hatta ünlü palm yağına kadar.
Getirilen ‘yağlar’ın resmi olarak sadece gıda sektöründe kullanıldığı ifadesi doğru değil... Gümrükten çıktıktan sonra isterseniz babanıza satın, çünkü alıcıları hazır! Rafine edilmiş bitkisel yağı araçta kullanılırken; bu ithalat Hazine’ye de ağır bir yük getiriyor; milyarlarca dolar vergi kaybına neden oluyor.
Bu konuda Başbakanlık İletişim Merkezi’ne başvuran sektörle ilgili işadamları, sorunu İstanbul Vergi Denetimi’ne, Organize Kaçakçılık Dairesi’ne ve uzmanlara anlattıklarını, bu konuda rantın boyutlarını ortaya çıkaran raporun hazırlandığını, bunun Gelir İdare Başkanlığı’na, Sanayi ve Çevre Bakanlıklarına gönderilmesini beklediklerini anlatıyorlar. Şöyle diyorlar:
“Bitkisel yemeklik yağ getirenler bunları kaçak akaryakıt sektörüne satıyorlar. Yanlış anlaşılmasın bitkisel yağlar, dışarıdan hamyağ veya tohum olarak geldikten sonra Türkiye’de yemeklik yağ olarak rafine ediliyor ve –biodizel işleminden geçirilmeden- otobüs, kamyon ve TIR’larda doğrudan yakıt olarak kullanılabiliyor. Kamyon ve otobüsler, yüzde yüz yemeklik rafineri yağ yakabiliyor, motorinin yerine... Teknoloji artık anraçlara marketten yağ alımına kadar ilerledi.”
1000 litre yemeklik yağ 910 kilo; ortalama fiyatı 2.500 TL... 1000 litre mazotun fiyatı da 4.450 TL... Tamam ucuz yakıt ama, devletin ÖTV ve KDV’si kullanan kişiye kar olarak kalıyor. Olan dövizime oluyor.
İşadamı Mustafa Ezici de, ülkemizde yemeklik yağ atıkları üzerinde büyük oyunlar oynandığını bildiriyor. Diyor ki:
“Bu yağlar Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan alınan izin belgesiyle toplanabiliyor. Bu izni alan geri kazanım şirketleri ise ‘TS 64’ adıyla bitkisel baz yağ üretip resmi olarak satıyorlar. Ancak, bu ürünlerin kaçak akaryakıt firmalarınca kullanıldığı biliniyor.”
Yani bitkisel atık yağların bertaraf edilmesi de ‘kaçakçılık’ sektörü üzerinden yapılıyor.
Çevre Bakanı İdris Güllüce’nin Konya’daki bir firmanın ayda 1000 TL aidatla bakanlık lisansını kullandırdığından haberi var mıdır acaba?
Dünyada ‘katagulli’ye dayalı böyle bir model akla bile gelmez. Çevre Bakanlığı da önüne gelen şirkete ‘atık yağ toplama’ izni veriyor... Yani ‘işporta’ yöntemiyle yapılan uygulamalarda inanılmaz rantlar elde ediliyor. Bununla ilgili mücadele var mı; biz yok diyoruz.
3 MİLYAR $’LIK YAĞ İTHALİ
Avrupa’da ise atık yağlar, EN 14214 standardında oto-biyodizel üreten şirketlerce toplanıp işlendikten sonra yakıt dağıtım şirketlerine veriliyor. Böylece mazotun içine ‘katkı olarak verilip bertarafı sağlanıyor. AB ülkelerinde biyodizelin yüzde 7’ye kadar katkı zorunluluğu bulunuyor. Türkiye’de ise bu işler daha çok geride... Sistem oturtulamıyor; çünkü her taraftan müdahaleler var.
Türkiye yılda 3 milyar dolar yağ ithalatı yapıyor. Petrolden sonra en büyük ithalat kalemini bitkisel yağ alımı oluşturuyor. Dünyadaki yağ fiyatları düşüşe geçerken; ithalat yoluyla gelen yağın kaçak yakıta gitmesi sonucunda, düşüy Türkiye’de tüketiciye yansımıyor; ‘aracılar’ büyük vurgun yapıyorlar.
EPDK araçların gerçek mi, kaçak mı yakıt kullananları tespit etmek için egzoz emisyon istasyonları kurmayı hâlâ düşünmüyor mu?
İzmir’de bir firma, Türkiye’ye bir yılda tam 260 milyon TL’lik palm yağ getirdiyse, bunun yüzde 50’sinin kaçak yakıtta kullanıldığını biliniz.

Haberin Devamı

Siyaset ve bağımsızlık belgeseli

Haberin Devamı

MUSTAFA Kemal Atatürk’ün “Türk tarihinin dönüm noktası” olarak adlandırdığı Lozan Barış Antlaşması, Kurtuluş Savaşı’nın ardından Türk devletinin uluslararası alanda siyasal, hukuksal ve ekonomik ilişkilerinin bağımsızlık temelinde yeniden düzenlendiği bir diplomasi zaferidir.
Lozan Barış Antlaşması önsözünde, devletlerin bağımsızlık ve egemenliğine saygı gösterilmesi ilkesine yer vermiştir. Bu ilke, henüz Cumhuriyet’in ilan edilmemesine rağmen 1920’de Büyük Millet Meclisi açılan yeni Türk devletinin 1. Dünya Savaşı’nın galipleri ile eşit şartlar altında, Lozan’da siyasi bir mücadele sürdürme kararlılığını gösteren bir hükümdür.
Lozan bir siyasal bağımsızlık ve eşitlik belgesidir. Türkiye’yi bağımsız bir devlet olarak tanıyan ve bunu uluslararası alanda tescil eden belgedir. Bugün de yürürlüğünü korumaktadır.
Lozan ticari, mali ve ekonomik açıdan bir bağımsızlık belgesidir.
Lozan Barış Antlaşması’nın 24 Temmuz 1923’de imzalanmasıyla, Türk ulusu için yeni bir dönem ve çağdaş dünya ile bütünleşme süreci başlamıştır. Lozan Antlaşması’ndan üç ay sonra da Cumhuriyet ilan edilmiştir.
Lozan, kadın hakları devrimine de ışık tutmuştur. Lozan Konferansı’nın arka sahnesinde, gece-gündüz uğraşan başdelegenin yanında bulunan 26 yaşındaki Mevhibe Hanım, Atatürk’ün önerisiyle ilk defa Avrupa’ya gitmiş, çarşafını çıkarmış ve eşinin yanında çağdaş bir Türk kadını olarak ülkesini temsil etmiştir. Cumhuriyet’in kuruluşunu izleyen ilk on yılda yapılan devrimlerin ve kadın haklarının yerleştirilmesinin izleri, bağımsızlık belgesi Lozan’da müzakere sürecinde de görülmüştür.
Günümüzde Lozan’dan ve Cumhuriyet’in kazanımlarından ödün verilmesine yönelik dış güçlerin ve içteki yandaşlarının girişimleri artmıştır, buna karşı el ele vererek “dur” deme kararlılığının gösterilmesi gerekmektedir. İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği (İKKB) olarak, Sevr’e dönüşe ve stratejik müttefikimizin (!?) ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ni uygulanmasına Türk ulusunun izin vermeyeceğine inanıyoruz. Nazan MOROĞLU
İKKB Koordinatörü

Haberin Devamı

Gergedanlar’ı okurlarsa...

CUMHURBAŞKANI adaylarından Recep Tayyip Erdoğan’ın “vizyon belgesi açıklama töreni”ne koşa koşa gidip gerdan süzen bir avuç “sanatçı”, artık birer “Gergedan”dan başka bir şey değildir. Rumen asıllı büyük Fransız yazarı Eugene Ionescu’nun Uyumsuzluk Tiyatrosu başyapıtı unutulmaz oyunu “Gergedanlar”ı zahmet edip bir okurlarsa buradaki gergedan metaforuyla neyin anlatıldığını öğrenebilirler...
Aziz Naci DOĞAN

Sığ derede yüzenler engin denize açılamaz

BEN de, geçenlerde köşenizde yazısı çıkan Nurullah Aydın’ın fikrine katılıyorum. Araplar Türkleri hiç sevmezler. En sevmeyen
Arap kökenli olanlar da Filistinlilerdir. İngiliz casusu Lawrence’ın peşine takılıp 1918 de Suriye ve Galiçya’da zavallı askerlerimizi sırtından vuranlar ve son zamanlarda Arafat tarafından Lübnan’da PKK’ya destek verenler de Filistinlidir. Şimdi durup dururken, bütün diğer Araplar susarken Filistin’e destek neden icap ediyor?
Türkiyeli İslamcı Arapçılar; duyarsız, ruhsuz, kimliksiz ve kişiliksizdirler. Köksüz, kimliksiz hainler; dillerinden milletimiz sözünü düşürmezler. N. Aydın’dan bir söz daha; “Türk milleti, lanetli Arapları anladıkça Türk kültür, tarih ve med eniyetini, çağdaş dünyanın onurlu, saygın bir üyesi olduğunu daha iyi anlayacak ve öze dönecektir.” Sığ derede yüzmekte zorlananlar, engin denizlere açılmaya cesaret edemez. Hayrettin YURTÖVEN’den

Yazarın Tüm Yazıları