Muhaberat devletine bir adım daha

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nı kapatarak, yetkilerinin MİT’e devredileceğini söyledi.

Haberin Devamı

Bu kurum iletişimin tespiti, dinlenmesi, sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi, internet ortamında işlenen suçların takibi, kayda alınması gibi görevleri yerine getirmek üzere kurulmuştu.
İletişimin tespiti ile ilgili mahkeme kararlarının uygulanmasından, Anayasa ve kanunlara uygun hareket edilmesinden sorumluydu.
TİB’İ kuran kanunu hazırlayan da başında Recep Tayyip Erdoğan’ın bulunduğu hükümetti, TBMM’deki AKP çoğunluğunun oylarıyla yasalaşmıştı.
TİB, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTİK) bünyesinde doğrudan kurum başkanına bağlı olarak faaliyet gösteriyor.
BTİK, “Telekomünikasyon sektörünü düzenleme ve denetleme fonksiyonunun bağımsız bir idari otorite tarafından yürütülmesi amacıyla” kurulmuştu.
“Bağımsız” olmasının nedeni, temel bir anayasal hak olan “haberleşme hürriyetinin” siyasi iktidarların keyfine göre sınırlanmaması, kısıtlanmaması idi.
Ve şimdi Başbakan’dan öğreniyoruz ki TİB kapatılacak, yetkileri ve görevleri MİT’e devredilecek.
Böylece “muhaberat devleti” yolunda bir adım daha atılmış oluyor.
MİT, adı üzerinde bir istihbarat örgütü.
Görevleri belli, yetkileri belli.
Şimdi masanın bir yanında “dinleme kararı talep eden kurum” olarak oturacak, masanın öbür tarafında da kendinden gelen bu talepleri değerlendiren kurum olacak.
Kurda kuzu teslim etmek, tam olarak da budur!
Başbakan’ın kafasındaki rejimin ana hatları her geçen gün netleşiyor.
İstihbarat örgütü marifetiyle her şeyi kontrol altında tutabileceği bir düzen peşinde, “paralel yapıyla mücadele” görüntüsü altında adım adım bunu hayata geçiriyor.

Haberin Devamı

Una faccia, una razza!


BAŞLIKTAKI söz, İtalyanca bir deyim. “Bir yüz, bir ırk” anlamına geliyor.
Normal olarak İtalyanlar ile Yunanlar arasındaki tarihsel ortaklıklardan kaynaklanan benzerlikler için kullanılan bir deyim.
Ancak, artık güçlü tarihi bağlar ve derin kültürel etkilenimler içindeki toplumları tanımlamak için de kullanıldığını biliyorum.
Yunanistan’a sık gidip gelir ve değişik Yunanlarla temas etme olanağı bulursanız, Türkler ile Yunanlar için de rahatça kullanılabilecek bir tanımlama olduğunu düşünüyorsunuz.
Dün Taraf’ta Ioannis Grigoriadis’in “Komplo teorileri diyarında” başlıklı yazısını okurken, bu deyimi bir kez daha hatırladım.
Yunanistan’da yayımlanan Kathimerini gazetesi, iki Yunan ve bir İngiliz üniversitesinin ortaklaşa yaptıkları bir anketin sonuçlarını yayınlamış.
Anket, komplo teorileri ile ilgili.
Buna göre, Yunanların yüzde 75’i Yunanistan’daki ekonomik krizinin ‘dış mihraklar’ tarafından planlandığına inanıyor.
Halkın yüzde 68.66’sı kanser ilacının bulunduğuna, ancak ilaç şirketlerinin bunu öteki ilaçlar satılsın diye piyasaya sürmediklerine inanıyor.
Yüzde 61’i eski başbakan Kostas Simitis’in Yahudi asıllı olduğunu; yüzde 58.74’ü 11 Eylül saldırılarının ABD’nin dış politikasını kabul ettirme amaçlı bir planın parçası olduğunu
düşünüyor
Ankete katılanların yüzde 27’si Neil Armstrong’un Ay’a hiç ayak basmadığı ve bütün Apollo 11 operasyonunun Dünya’da ıssız bir bölgede tezgâhlandığına inanıyor.
Simitis
’in Yahudi asıllı olduğu inancını bir kenara bırakalım.
Anket sonuçlarının ortaya koyduğu düşünceleri, bu memlekette de hiç duymadıysam en az bin kere duymuşumdur.
Kansere çarenin bulunduğu ama ilacın piyasaya sürülmediğini, 11 Eylül’ün aslında bir CIA operasyonu olduğunu, zaten Ay’a da gidilmediğini, bunun Soğuk Savaş sırasında psikolojik üstünlük için ABD tarafından kurgulanmış bir oyun olduğunu, memleketin eğitimli insanlarından bile kim bilir kaç kez duydum.
Öyle görünüyor ki Ege’nin iki yakasında yaşayanların paylaşabilecekleri tek şey balıklar ve şarkılar değil, komplo teorileri de!

Haberin Devamı


Kılıçdaroğlu ve Bahçeli nerede?

CUMHURBAŞKANI seçimine üç hafta kaldı ama CHP ve MHP’nin “ortak aday” Ekmeleddin İhsanoğlu için meydanlara çıktığına, parti örgütlerini seferber ettiklerine hâlâ rastlayamadık.
İhsanoğlu
adeta tek başına bir kampanya yürütüyor.
Şehirleri geziyor, basın toplantıları yapıyor, kapalı salonlarda küçük kalabalıklara konuşuyor. Hepsi bu!
Kemal Kılıçdaroğlu da, Devlet Bahçeli de kampanyanın içinde aktif olarak yer almıyor, Başbakan’a laf yetiştirmekten ibaret demeçlerle günü geçiştiriyorlar.
Farkındalar mı bilemiyorum ama İhsanoğlu’nun alacağı oyun miktarı, parti içindeki durumları ile yakından ilgili.
Parti kurullarında kimseye danışmadan ikisi baş başa bir aday gösterdi ve seçimin sonucu siyasetin geleceğindeki yerlerini de belirleyecek.
Ortak aday arayışları sürerken, daha ortada aday ismi bile yokken 4 Haziran’da CHP–MHP seçmenlerinin hemen benimseyebilecekleri bir ortak isim bulmanın zorluğuna dikkat çekmiş ve şöyle yazmıştım:
“Bunun için ister adı ‘çatı aday’ olsun, buna isterseniz ‘ortak aday’ deyin, böyle bir tek isim ile Erdoğan’ın ya da Gül’ün karşısına çıkmak, seçimi ilk turda kaybetmek demektir. Onun için bu ‘ortak–çatı’ aday aramaktan vazgeçmek ve herkesin, başkalarına da en azından sempatik gelebilecek adaylar üzerinde yoğunlaşması doğru olur.”
Bugünkü tablo, tahminimin gerçekleşmekte olduğunu gösteriyor.
İki parti de bırakın seçmenlerini harekete geçirmeyi, örgütlerini bile seferber etmeyi başarabilmiş değil.
Seçim kampanyası adeta ağır sıklet ile hafif sıklet iki boksörün maçına dönmüş durumda.

Yazarın Tüm Yazıları