Borç küpü para akarken doldu, dert geri ödemedeki risklerde

2009 Küresel krizi gelişmiş ülkelerde para politikasını neredeyse sıfır faiz seviyesine itince, bundan en çok yararlanan ülkeler bizim gibi gelişen ülkeler oldu.

Haberin Devamı

Hem borçlanma maliyetleri düştü, hem boylarını aşan miktarlarda borçlanabildiler, hem de daha uzun vadeyle borçlanma imkânı kazandılar. Ama ya işler tersine dönünce ne olacak? İşte şimdi, bu ‘şölenden’ başını kaldırıp bir adım ötesini görmeye çalışan kurumlar, analistler bu soruya kafa yoruyor.
Küresel kriz henüz ortada yokken, gelişmiş ülkeler G8 boyutunda toplanıp kararlar alırken, küresel kriz sonrası birden platformu büyütme ve G20 boyutunda kararlar alınmaya başlandı. Basit bir gerekçesi vardı; madem gelişmişler sorun yaşıyorlar ve bu sorunlar kısa vadede aşılamayacak, gelişmekte olan ülkeleri çözümün parçası yapmak. Yani, gelişmişlerin tedavisi yapılırken gelişenler harcasın; ama bunu borç bularak yapabilsinler ki gelişmiş ülkeler mal satabilsinler ve ekonomik durgunluk daha derinleşmesin.
Bugün Hindistan Merkez Bankası’nın başında bulunan iktisatçı Raghuram Rajan, bu oyuna itiraz ediyordu. ‘Yoksullara kredi verelim, durumu kurtarsınlar’ yaklaşımı doğru değildi.
Merkez Bankalarının bankası sayılan BIS, Haziran sonunda yayımlanan raporunda, gelişen ülkelerin hızla borçlanmaya başladıklarını, bunun yolunun da tahvil borçlanmasına kaydığını not ediyordu. Öyle ki; BIS verilerine göre, gelişen ülkelere gelen fon akımı birikimli olarak 2008’de toplam 500 milyar doları geçmezken, aradan geçen 5 yılın ardından 2013’de 2.5 trilyon dolara ulaşmıştı. Bunun da büyük bölümü tahvil ihraçları biçiminde olmuştu. Yine BIS verilerinden; gelişen ülkelerde, banka dışı kesimin yani şirketlerin yaptığı tahvil ihraçlarından piyasada olan toplam 200 milyar doları geçmezken, 2013 sonunda 1 trilyon dolara ulaştığı görülüyor.
FT’nin dün yayımlanan haberinde gelişen ülkelerin tahvil ihracı yoluyla devlet borçlanmalarının rekora ulaştığını yazıyordu. Bu yılın ilk yarısında bunun 70 milyar dolar olduğu dikkat çekiyor. Bunun, özel kesim borçlanmalarına göre devede kulak olduğunu da not etmek gerekiyor.
Türkiye ülke olarak son yıllarda kabaca 5 milyar dolar borçlanırken, bankaların son birkaç yılda yurtdışına yıllık 8 milyar dolarlık bono ve tahvil ihracı yaptıkları, şirketlerin de birkaç yıl öncesine kadar varlık göstermezken 2013’te 3.5 milyar dolara çıktıkları görülüyor.
Tahvil ihraçları neden patladı?
BIS, tahvil ihraçlarındaki artışını şu iki nedene bağlıyor; birincisi, gelişen ülke bankaları bilanço tahribatını onarmak için daha az kredi vermeyi tercih ettiler. İkincisi de, çok düşük faiz oranları yüksek getiri arayışını patlattı ve aranan getiride gelişen ülkeler yeni adres oldu.
Unutmamak gerekiyor ki; bu bir ‘saadet zinciri’ (Ponzi oyunu) değil. Yani, bolca para basan ABD ve Japonya gibi ülkelerde, bankacılık kesimini ‘yüzdürmeye’ çalışan ve bu yüzden likiditeyi gevşek tutan Avrupa’da işler değişince para akışı azalacak, faizler yukarı doğru çekilecek. ABD’deki her 1 puanlık faiz artışı, diğer gelişmiş ülkelerde 40-70 baz puanlık faiz artışına, gelişmekte olan ülkelerde de 1-1.5 puan faiz artışına yol açacağı tartışılıyor.
Bu kadar borçlanmanın bir başka olumsuz tarafı da şurada; gelişen ülkelerde ekonomik yavaşlama ya da durgunluk belirginleştikçe, yüklü borçları geri ödeme kapasitesi azalacak, iflaslar ve banka zararları finansal ve ekonomik istikrarı tehdit etmeye başlayacak.

Haberin Devamı

ugurses@hurriyet.com.tr

Yazarın Tüm Yazıları