Şu gençlik olmasa, ne güzel kocardık

BİZİM kuşağın (ya da bizim “mahalle” diyelim), “ihtiyar olan”la anlaştığı nadir zeminlerden birisi Orson Welles’in o kült şarkısıydı: “Ben genç olmanın ne olduğunu biliyorum /Fakat sen yaşlılığın ne olduğunu bilmezsin...”

Haberin Devamı

Gerçi o şarkıyı ıslığımıza yerleştirilen, o günlerde seyrettiğimiz bir klipti ama... Müziği, sözü de kıvamlıydı doğrusu.

Welles siyah-beyaz klipte, fonda o şarkının eşliğinde satranç oynuyordu.

Ama... Satranç taşları, küçük (shot) kadehlerdi... Aldın mı, tek atışta içiyordun.

Çoban matıyla, 4 hamlede bitirirsen keyfe cila...

Yoksa kazanmanın mı, kaybetmenin mi bünyeye daha iyi geleceği, adamına göre değişirdi elbet.

Tam 16 taşı (“shot”ı) olan rakip zorluysa, müsabakanın “Yine mi güzeliz, yine mi çiçek” makamından seyretmesi de kuvvetle muhtemel tabi.

Şu gençlik olmasa, ne güzel kocardık

Zaman geçti... Gençliğimi, oflaya puflaya ilerleyen ama menziline -bazen rötarlı da olsa- mutlaka ulaşan o kara trene bindirdiğimde fark ettim:

Haberin Devamı

Bazı dizeleri üstten üstten gelen o şarkı da “yaşlanmıştı”, hatta yarı yarıya gümlemişti artık.

Evet, yaşlanan ya da bir süre sonra daha hızlı akan o yolda yaş alan bir insan, ihtiyarlığın ne menem bir şey olduğunu/olacağını bilir, kestirir şüphesiz.

Ancak.... Yaşlılar, en azından yarım asır sonra karşılarında dikilen “gençlik”in, “genç olma”nın -şimdiki zaman- halinin ne demek olduğunu çoğu kez bilemez, algılayamaz.

Sadece, geçmiş zamanda kalan gençlik tasavvurundan çıkarımlar, daha fenası kıyaslamalar yapabilir.

Bazen de, “geçmişte kalan şimdiki zaman”ında dar çerçeveli, dön-gel nasihatlere sıkışır, gençliğe dair tüm -flu- ufku.

* * *

Öyle ki... Gençler için neyin iyi, neyin kötü olduğu fikirlemesi, sık sık devleti de heveslendirir. Ötesi, hevese dayalı adalet yaratır.

“Twitter”dı, “facebook”tu, “youtube”du... Yasaklanır.

Metroda, “Lütfen ahlak kurallarına uygun hareket ediniz” anonsları naralanır da, sıçrayıp fermuarın açık mı diye bakarsın.

Sanırlar ki gençliğin zapturaptı, “sıkılan” bir limon, “kırılan” bir yumurta ile halledilen şehriye çorbası terbiyesidir.

Sonra, geze geze -biraz- öğrenirler.

* * *

Aslında hepi-topu, bazı satırbaşları, başlıklardır gençliğe dair tüm bilgileri, deneyimleri... Ki zamanla ve her dönemde, o başlıklar da değişir.

Haberin Devamı

Tecrübeler de yaşlanır; hayat yeni deneyimler sun(a)mamaya başladığında... Deneyimi deneyecek hal, gönül kalmadığında... "Hayat" artık "ömür"le geçinemediğinde...

Ve gençlik, bireysel ya da kurumsal “mevzuat” başlıklarında değil satır aralarında, torba genellemelerde değil “majüskül”lerde gizlidir.

Her kuşakta, genç olmanın her mevsiminde, kendi toprağında ve birbirinden farklı yeşerir.

İyidir bu, "iyi ki"dir.

* * *

Hani Welles’in sözlerinin yarı yarıya çöktüğünü savunmuştum ya...

Tümüyle haksızlık da etmeyeyim, o sıkı “ihtiyar”a.

Hele ki, yarattığı Yurttaş Kane’e filmin son sahnesinde, son nefesinde çocukluğundaki tahta kızağın adını (rosebud) hasretle söylettiyse...

Haberin Devamı

Biz, yani -her yaştan- yetişkinler ve dahi yaşlılar, Welles’in o şarkısının şu dizesini -"ağır endam hımbıli makam"dan olmamak kaydıyla- söylebiliriz hep birlikte:

“Gel seninle şarkı söyleyelim /Ben yaşlılığı anlatırken sana, sen gençliği çal (yani anlat) bana...”


Yazarın Tüm Yazıları