Kaybolan entelektüel bir halka Mu’tezile ekolü

Güncelleme Tarihi:

Kaybolan entelektüel bir halka Mu’tezile ekolü
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 17, 2014 01:43

Prof. Dr. Aydınlı, Hürriyet okuruna, “İnsanın kendi geleceğini inşa etme gücüne işaret eden Mu’tezile ekolü” hakkındaki ikinci yazısıyla sesleniyor.

Haberin Devamı

MU’TEZİLE ekolü, İslam Düşünce tarihinde, dinin ve dinî geleneğin ne olduğu, ne şekilde anlaşıldığı ya da anlaşılması gerektiği, nasıl yorumlanıp anlamlandırılabileceği konusunda izlediği farklı yöntemle dikkat çeken bir mezheptir. Bu ekol, ilkelerini “usulü hamse/ beş ilke” olarak ortaya koydu ve kelamî-felsefi meseleler üzerinde odaklandı. Dini metinlerin anlaşılmasında ve karşılaştıkları diğer düşünsel sorunları çözümlemede rasyonalist tavrıyla tanındı.
Eleştiriler neydi?

Kaybolan entelektüel bir halka Mu’tezile ekolü
Mu’tezile’yi kendine özgü bir ekol kılan en önemli kırılma noktası, felsefenin ekolün düşünce ve görüşlerine etkide bulunduğu zaman dilimidir. Ekol siyasetle de oldukça ilgiliydi ve Abbasilerin yükseliş sürecinde resmi mezhep statüsü kazandı. İktidardan düşüşle beraber bu düşünce ekolü zor bir sürece girdi. Hâkim paradigma tarafından çizgi dışı kabul edildi. İslam düşünce geleneğinde önemli bir yer sahipti ama sağladığı katkılar yok sayıldı. Çoğu zaman akılcı dinî eğilimler Mu’tezile üzerinden eleştirildi. Aklı ve imanı alternatif ve dahası birbirinin karşıtı görenler, ekolün akılcılığını dini dejenere eden bir sistem olarak gördüler.
Hangi görüşlerle farklılaştı?
Bulunduğu çağın ve çıktığı ortamın kültürel, bilimsel ve düşünsel bir ihtiyacının ürünüydü. Bu gereksinim ekolün entelektüel boyutunun gelişmesine zemin hazırladı. Onlar yaşadıkları çağın sorunlarına çözüm arayışında oldular. Bu arayışla “Özgür düşünce topluluğu” adına hak kazandılar. İslami referanslara uymaya azamî özen gösteren ekol mensupları, diğer dini geleneklerden yararlanmada bir sakınca görmedi. Çağın sorunlarını çözümlemede her değere açık durdular. Böylece İslam düşünce geleneğine katkı sağlayan entelektüel bir boyut oluştu.
Özgünlüğü neydi?
Özellikle tevhit ve adalet genel başlığı altında birçok meseleyi düşünce dünyasının gündemine taşıdı. Tevhit konusu ekol mensuplarınca Allah ve evren tasavvuru ekseninde işlendi. İnsanı ve evreni anlamlandırma yönünde ilahi sıfatlar, ilahi kudret, cisim, cüz`ün lâ yetecezza (atom), hareket, sükûn gibi kelâmî-felsefî meselelere yönelindi. Allah, insan ve evren ilişkisinin belirlenmesinde yaratıcı irade ve koyduğu yasalara merkezi bir rol biçildi. Ekol, insanın evrende ve yaşadığı çağda üstlendiği role özenle vurgu yaptı. İnsanın kendi geleceğini inşa etme gücüne işaret etti. Bunu da Allah’ın insana verdiği akıl, irade ve potansiyel güç ile ilişkili bir şekilde ortaya koydu.

Haberin Devamı

Şabandan sonra şevvalden önce

Haberin Devamı

RAMAZAN: “Günün çok sıcak olması, güneşin kum ve taşları çok ısıtması, kızgın yerde yalınayak yürümekle ayakların yanması” anlamlarındaki ramad mastarından veya “Güneşin güçlü ısısından çok fazla kızmış yer” manasındaki ‘ramdâ’ kelimesinden türeyen ramazân kameri yılın şâbandan sonra, şevvalden önce gelen dokuzuncu ayının adıdır. “Yaz sonunda ve güz mevsiminin başlarında yağıp yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur” anlamındaki ramadî kelimesinden ya da “kılıcı veya ok demirini inceltip keskinleştirmek için iki yalçın taş arasına koyup dövmek” anlamındaki ramd mastarından türediği de ileri sürülmüştür. Genellikle “şehr” (ay) kelimesine izâfe edilip şehru ramazân şeklinde kullanılır. (Kaynak: İslam Ansiklopedisi/ Cilt 34)

Haberin Devamı

ZALİMLERİN HİÇ YARDIMCILARI YOKTUR

ONLAR ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler. Rabbimiz! Sen kimi cehennem ateşine sokarsan onu rezil etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur. Rabbimiz! Biz, ‘Rabbinize iman edin’ diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber al. Rabbimiz! Peygamberlerin aracılığı ile bize vadettiklerini ver bize. Kıyamet günü bizi rezil etme. Şüphesiz sen, vadinden dönmezsin.
(AL-İ İMRAN/ 191-194)

Haberin Devamı

Kızılay, hayırseverden toplayıp yoksula pişiriyor

TÜRK KIZILAY’I, ramazan ayında ihtiyaç sahiplerine ulaşmak için 700 şubesiyle seferberlik ilan etti. Ramazan öncesinde ihtiyaç sahipleri için sıcak yemek hizmeti veren Kızılay aşevleri, ramazanla birlikte kapasitelerini artırdı. Aşevlerine gelemeyecek durumda olan yaşlı ve engellilerinin evine ise Kızılay görevlileri tarafından sıcak yemek hizmeti veriliyor. Kızılay, bu ramazanla birlikte yeni bir uygulamayı da hayata geçirdi. Marketlerde, AVM’lerde stand kuran, hayırseverlerin buralara yardım yapmalarını sağladı.



Mekke döneminde Müslüman olmak yürek isterdi

Kaybolan entelektüel bir halka Mu’tezile ekolü

Haberin Devamı

HZ. MUHAMMED peygamberlikle görevlendirildikten sonra, öncelikle en yakınlarını İslam’a davet etti. Eşi Hz. Hatice, İslam’ı kabul etmekle kalmadı, bütün imkânlarını İslam için harekete geçirdi. Hz. Ali gibi, Hz. Ebu Bekir gibi isimlerle birlikte öncü, çekirdek kadro oluşmaya başladı.İnsanların İslam’a ilgisi arttıkça, Mekke’nin ileri gelenlerinin öfkesi de artmaktaydı. Ebu Talib’e gittiler. Yeğenini bu davadan vazgeçirmesi için gerekenin yapılmasını istediler. Ebu Talib onların taleplerini, ne isterse yerine getirebileceklerini Hz. Muhammed’e ilettiğinde şu cevabı almıştır: “Sağ elime ayı, sol elime güneşi verseler, ben bu davadan yine de vazgeçemem.” Bu ifadeler, hem Hz. Muhammed’in yüklendiği sorumluluğun bilincinde olduğunu, hem de geleceğe doğru emin adımlarla yürüdüğünü göstermektedir.

TEVHİt EŞİTLER

Mekke’deki sosyal yapıyı, insan anlayışını, toplumsal değerleri hesaba kattığımız zaman, Hz. Muhammed’e yönelik tepkinin niçin yavaş yavaş kabardığını anlayabiliriz. İsterseniz, Hz. Muhammed’in şu ifadelerini önce anlamaya çalışalım: “Ey insanlar! Dikkat edin; sizin Rabb’ınız da, babanız da bir. Arap olanın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a; beyazın siyaha, siyah olanın da beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak Allah’a karşı sorumluluk bilincindedir.” Bu ifadeler, kabile asabiyetinin belirleyici olduğu toplumsal yapının köklerini sarsmaktaydı. Zayıf kabilelerden olan kimselerin toplumsal hayata tutunabilmeleri, güçlü kabilelerden birisinin himayesi ile mümkün olmaktaydı. Kölelik sosyal hayatın ayrılmaz bir parçasıydı. Hz. Muhammed, tevhit çağrısıyla bütün insanları eşitliyordu.

İTİBARSIZLAŞTIRMA

Mekke’nin ileri gelenleri, hem Mekke’deki Müslümanlara dünyayı dar etmeye, hem de hac vesilesiyle dışarıdan gelecek kimselerin Hz. Muhammed’le irtibat kurmalarını engellemeye çalıştılar. Hz. Muhammed’i itibarsızlaştırmaya yönelik kampanya başlattılar. Bu konudaki çarpıcı bir hikâyeyi Devs kabilesinin reisi Tufeyl’in dilinden okuyalım: “Allah’a yemin ederim ki, Mekkeliler bana çok ısrar edip, Muhammed’le görüşmemi engellemeye çalıştılar. Ben de onların sözleri ve ısrarları karşısında görüşmemeye karar verdim... Kâbe’ye gittim. Muhammed orada namaz kılmaktaydı. Kendi kendime dedim ki; ‘Ey anası ağlayasıca Tufeyl! Sen akıllı bir adamsın. Doğruyu yanlışı ayırt edebilirsin. Bu adamın sözlerini dinlemekten niçin bu kadar korkuyorsun. Eğer sözleri doğru ise, dinler tasdik edersin; yok eğer saçma ve yanlış ise reddedersin.’... Biraz sonra peşinden gittim ve dedim ki: Ey Muhammed! Senin kavmin beni seninle görüşmekten ve konuşmaktan sakındırmaya çalıştı. Doğrusu senden korktum. Senin sözlerine kulaklarımı tıkadım. Fakat seni dinlemek ve söylediklerini anlamak istiyorum. Sen ne diyorsun, insanlara ne anlatıyorsun, bir de bana anlat, dedim. Muhammed bana Kuran okudu ve İslam’ı anlattı. Allah’a yemin ederim ki o zamana kadar bu kadar güzel sözler ve doğru şeyler dinlememiştim. Hemen orada Müslüman oldum...”

KURAN’LA BULUŞMA

Bu ifadeler, İslam’a gönül verenlerin mucize ve kerametle değil, araştırarak, düşünerek, bilerek karar verdiklerinin bir kanıtıdır. Hz. Muhammed’in İslam’ı tebliğ ederken, yaptığı ilk iş, insanları Kuran’la buluşturmak olmuştur. Kuran insan aklına güvenmektedir. Kuran, öncelikle onunla ilk buluşan Hz. Muhammed’i terbiye ederek, onun öncü/kurucu şahsiyetini inşa etmiştir. Müslüman insan da, Kuran’ın kurucu ilkelerinin ışığında, Hz. Muhammed’i örnek alarak kendini inşa etmek durumundadır. Kuran’ı anladığımız ve onun evrensel değerlerini içselleştirebildiğimiz kadar Müslüman olabiliriz.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!