Bir türlü unutamadığımız kara geçmişimiz...

KENDİNİZİ bir an Pervin Buldan’ın yerine koyun.

Haberin Devamı

Kocanız Savaş Buldan 2 Haziran 1994’te gece eve gelmediğinde karnınız burnunuzda, hamilesiniz.
İki gün sonra kocanızın katledildiği anlaşılıyor. Birden doğum sancılarınız başlıyor, hastaneye kaldırılıyorsunuz, ikinci çocuğunuzu bu yüzden erken doğumla dünyaya getiriyorsunuz.
Hakkârili genç bir kadınsınız. Kocanız, o anda bile hiç kuşku yok, devlet tarafından öldürülmüş. İstanbul’da biri kundakta iki küçük çocuğunuzla yalnız başınasınız.
İsyan ediyorsunuz. Her cumartesi günü Galatasaray Meydanı’na gidip ‘Cumartesi Annesi’ oluyorsunuz, kesintisiz, dört yıl boyunca.
Ama nafile. Acınız içinizde büyüyor, büyüyor. Babasız büyümeye mahkûm edilmiş çocuklarınızla hayata tutunmaya çalışıyor, bir yandan siyasi mücadele veriyorsunuz.
Aradan 20 yıl geçmiş. Genç yaşta katledilen kocanızı bir gün bile aklınızdan çıkarmamışsınız. Onun katillerinin peşine düşmüşsünüz ama hep kapılar yüzünüze kapanmış.
Devlet öldürdü, biliyorsunuz ama tetiği kim çekti? Ona tetiği çekme emrini kim verdi?
Aslında onları da biliyorsunuz da, bilmek başka, kanıtlamak başka.
Zaten müdahili olduğunuz bir dava var. Bir gün aynı devlet lutfediyor, kocanızın öldürülmesinden kısa süre sonra, o cinayette payı olan bir Milli İstihbarat Teşkilatı muhbirinin MİT’teki patronlarına kocanızın cinayeti dahil çok sayıda cinayeti ayrıntılarıyla aktardığı bir nevi sorgu kaydını mahkemeye gönderiveriyor.
20 yıl... Dile kolay. Birileri o kasetlerin üzerinde oturuyor. Cinayetler hakkında bilgi sahibi olduğu halde bu bilgileri savcılarla, polislerle, mahkemelerle paylaşmıyor.
Siz babasız büyüttüğünüz çocuklarınızın içine nefret tohumu kaçmasın, onlar ‘normal’ kalabilsin diye uğraşırken kocanızın öldürülmesini olmadık ayrıntılarıyla anlatan bir adamın sesi tozlu raflarda bekliyor, ortaya çıkmıyor, çıkartılmıyor.

*

Hepimiz insanız. Kötü şeyleri unutmak, hep o kötü hatıralarla yaşamamak istiyoruz.
Ama bunun yolu düpedüz unutmak, sanki öyle bir şey hiç olmamış gibi yapmak değil.
Kötü hatıralarla tam olarak hesaplaşamadan, o kötülükleri başımıza açanların cezalarını çektiklerini görmeden yasımız bitmeyecek.
Bu devlet de, bu toplum da, 20 yıldır süren metaneti için Pervin Buldan’a sadece özür değil aslında bir de teşekkür borçlu.

Haberin Devamı


Elimizde bir tane demokrasi projesi var

Haberin Devamı

BENİM kuşağım, ‘iç dinamik-dış dinamik’ diye konuşmaya bayılır.
Yaygın inanç, Batılılaşma, modernleşme ve nihayetinde demokratikleşmenin ülkemize ‘dış dinamik’ sayesinde geldiğidir; o da geldiği kadarıyla.
Gerek modernleşme ve gerekse demokratikleşmedeki yarım yamalaklığı hep ‘dış dinamik’e bağlarız; modernleşmeyi ve demokratikleşmeyi yeterince içselleştiremediğimiz için bunlar yarım yamalaktır.
‘Dış dinamik’ sayesinde son demokratikleşme hamlemiz, Avrupa Birliği’ne tam üyelik müzakerelerine başlama ümidiyle yapılan reformlardı. ‘Kopenhag kriterlerini yeterince yerine getirmek’le yetindik; tam orada frene bastık ve durduk.
Fakat şimdi, son iki senedir, dışarıdan kimse havuç veya sopadan birini göstermezken bir demokratikleşme projemiz var. Adına ‘Çözüm süreci’ diyoruz ama hepimiz biliyoruz, bu basitçe PKK’nın silah bırakması değil. Daha doğrusu, ‘Kürt sorunu’ adını verdiğimiz devasa sorunların en göz önünde olan parçası olan PKK’nın ülkede yeterli demokrasi ve insan hakları olmadan silahını bırakmayacağı ortada.
PKK’ya silahını bıraktıracak kadar demokratikleşme olduğunda, idari reformlar hayata geçtiğinde, ‘Kürt sorunu’nun suyun altında olduğu için gözükmeyen bölümlerini çözmek için eşsiz bir fırsat doğacak.
Evet, bugün Türkiye kendi ‘iç dinamiği’ ile ve aslına bakacak olursanız şu ana kadar verdiği görüntüyle el yordamıyla devasa bir demokratikleşme projesi yürütüyor.
Bu projenin, normalde, ülkede varlığı gizlenemez durumdaki demokrasi açığından şikâyeti olan herkes tarafından desteklenmesi ve çok daha geniş bir katılımla yürütülmesi gerekir.
Ama maalesef, iktidar savaşı bu projenin önüne geçebiliyor ülkemizde.

Haberin Devamı


CHP çatıyı neden BDP/HDP ile kurmadı?

İKİ adım geri çekilip biraz mesafeden bakmak lazım: ‘Çatı’ neden CHP-MHP-BDP/HDP üçlüsünün üçünü birden kapsamıyor?
Hadi imkânsız durumlar var; üç partiyi birleştirecek isim yok. Peki o zaman ‘çatı’yı neden CHP-BDP/HDP değil de CHP-MHP kurdu?
Selahattin Demirtaş’ın önceki gün televizyonda ve dün de bazı gazetelerde yer alan sözlerini dikkatle okumak lazım.
Siyaset sadece bir iktidar mücadelesi midir, yoksa bazı fikirleri hayata geçirmek için mi siyaset yapılır?
Siyaseti sadece bir ‘iktidar mücadelesi’ sayan son iki lider Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller’di.
Benden hatırlatması.

Yazarın Tüm Yazıları