Yonca Tokbaş - Kelebek
Yonca Tokbaş - Kelebek
Yonca Tokbaş - KelebekYazarın Tüm Yazıları

Sonsuz Aşk

Yalıkavak Palmarina’nın ortasında, açık havada sergilenen heykeller gördüm.

Haberin Devamı

Daha önce yoklardı ya da ben oraya gitmemek için direndiğimden görme şansım olmamıştı.
“Çok şükür şu doğallıktan uzak mı uzak taş yığını marinaya sanat gelmiş” diyerek gezmeye başladım. Meğer galeri de daha o akşam açılıyormuş.
Heykellere tek tek bakarken, birinde kalakaldım.
Mıhlandım mı demeliyim acaba?
Evet evet, mıhlandım.
Bir sanat eserine değer biçmek imkansız bence.
İsterdim ki, vurulduğum her sanat eserini hemencecik alabileyim. Ama beni çok aşan bir fiyatı vardı, alamadım.
Bazen bir şeyi çok sevdiğimde bir tek bende olsun, değerini bilmeyecek kimsenin gözü ona değmesin diye, içimden onu yürütmek bile geliyor. O güzelliği hak etmeyen, parası var diye almış olmak için alan olur mu diye endişe ediyorum.
İstiyorum ki, o eser, ona delice tapan birilerinin yanında olsun.
Şimdi size vurulduğum o heykelciği elimden geldiğince iyi betimlemeye çalışacağım. Gözünüzde canlansın diliyorum.
Bir kadın ve bir erkek bir bankta yan yana oturuyorlar. Kadının da erkeğin de üzerinde benzer bollukta entari gibi bir şey var. Kılıklarının hiçbir önemi yok. Ve üstlerine ne giydiklerinin hiçbir önem taşımaması, esas muhteşem olan şey.
Göz gözeler.
İkisi de başını birbirine doğru hafifçe eğmiş. Çok tutkulu bi duygu var o baş eğişte.
Adam, kadının sol kolunun dirsek kısmını, sanki daha sıkı tutarsa kırılacak cammış gibi tutuyor. Diğer eliyle de, kadının arkasından sağ omzuna dokunuyor.
Kadına dokunmaya kıyamazcasına tutuyor.
Adamın sağ ayağı, kadının sağ ayağının topuk kısmına değiyor. Kadının sol ayağı da parmak uçlarında, hani tüyleri diken dikenmiş gibi.
Kadının sağ ayağı ile adamın sol ayak parmak uçları birbirine doğru dönük. Ayaklar birbirine ucu ucuna değiyor. Belki de değmiyor ama sana öyle bir his veriyor aradaki belli belirsiz mesafe.
Kadınla adamın ayaklarının etrafını bir kalemle çizsen kağıda, kalp şekli çıkar.
İşte öyle...
Kadın incecik parmaklı sol elini, adamın sağ bacağının üstüne koymuş. Öyle narin bir dokunuşu var ki; elleri kuş tüyü sanki.
Birbirlerine dokunmaya kıyamıyor gibiler.
Bakışları da flu gibi. Yani sanki onlar birbirini görüyor; ama biz dışarıdan bakanların görmesi imkansız.
Ve esas beni benden alan kısmına geliyorum şimdi heykelin.
Kadın, sağ elinde bir nar tutuyor.
Kıpkırmızı bir nar.
İşte o nara bakınca tutamadım kendimi, gözümden yaş geldi. Kadının eli o narla beraber karnına denk gelen yerde duruyor.
Hamile mi bilmiyorum ama, o kıpkırmızı nar, karnına denk yerde duruyor ya, bebeği gibi yani, doğurgan, yaratıcı, müthiş şeylere gebe gibi ya, işte bu beni acayip etkiledi.
Aşkın meyvesi gibi nar. Nar, bir aşk meyvesi.
Doğurgan ve bereketli yani. Binlerce duyguya ve güce gebe olan aşk işte.
Kırıp açtın mı narı, sağa sola saçılır ya taneleri, gülümsetir ya seni.
Bazen çok şekerli, bazen ekşi.
Narin ama güçlü. Çaktırmadan dikenli...
Kan yapan, parazitleri yok eden, kalbe iyi gelen nar..
Aşka dair hep suçlardan, günahlardan bahsedildi bize.
“Adem ve Havva’nın başına ne geldiyse hep o ‘elma’ yüzünden geldi” dendi.
Sayesinde demek yerine, yüzünden! Ne kötü bir kelime seçimi, ne kadar bilinçli bir suç duygusu yaratma tercihi...
Hem elmaya haksızlık edildi, hem aşka, hem de beraberinde getirdiklerine...
Aşkın çocuklarından konuşmayı unutturdular hepimize. Aşk günah değil, sevap oysa.
Ne büyük haksızlık hem aşka, hem elmaya, hem hazlara.
Kafamda bütün bu cümleler uçuşurken, heykelin adını sordum.
“Sonsuz Aşk” dediler iyi mi!
Sonsuz Aşk tabii ya!
Adı başka bir şey olamazdı asla.
O küçücük nar tanesinin içinden çıkan sonsuz bereketle gelen aşk...
Amiran Tevzadzade, 1983’lü Gürcü bir sanatçıymış. İlk defa gördüm eserlerini.
Size bu kadar satırda anlatmaya doyamadığım o minik heykelin yaratıcısıymış.
İki insan, kıyamadığın dokunuş, bir de nar.
Sonsuz Aşk’ın tarifi işte tam da bu kadar.
Ve bu arada...
Başımıza ne geldiyse aşktan değil, aşksızlıktan geldi...
O kadar.
Yonca
“narçiçeği”

Yazarın Tüm Yazıları