Musul haberlerine sansür kabul edilemez

SON dönemin rahatsız edici yönelişlerinden biri, basın özgürlüğüne mahkemeler üzerinden getirilmekte olan sınırlamaların vahim ölçülerde yaygınlaşarak sistematik bir karakter kazanmakta oluşudur.

Haberin Devamı

Hatay Reyhanlı’daki patlama, 17 Aralık yolsuzluk soruşturması, Adana ve Hatay’da MİT TIR’larına jandarma baskınları, Dışişleri’ndeki Suriye toplantısının dinleme kayıtlarının yayımlanması gibi kritik olaylar her seferinde mahkemeler tarafından verilen yayın yasaklarıyla sonuçlanmıştır. Twitter ve YouTube yasakları aynı zihniyetin başka yansımalarıdır.

* * *

Bu yasakların sonuncu örneği IŞİD militanlarının 11 Haziran’da Musul Başkonsolosluğu’nu basarak buradaki görevli ve diğer vatandaşlarımızı kaçırmaları olayına getirilen yayın yasağıdır.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosu, ertesi günü kaçırma olayıyla ilgili olarak (2014/84425 dosya numarasıyla) soruşturma açmış, ardından bu soruşturma çerçevesinde basına yayın yasağı getirilmesi için Ankara Üçüncü Sulh Mahkemesi’ne başvurmuştur. Mahkeme, 15 Haziran tarihinde bu başvuruyu reddetmiştir.
Başsavcılık, bu karara 16 Haziran’da Ankara Dokuzuncu Ağır Ceza Mahkemesi’nde itiraz etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, aynı gün bu talebi uygun görerek, söz konusu soruşturma dosyasıyla ilgili “her türlü yazılı, görsel basın ve internette soruşturma tamamlanıncaya kadar yayın yasağı konulmasına” karar vermiştir.
Bu karar sonucu IŞİD’in Musul’da vatandaşlarımızı kaçırması hadisesiyle ilgili haberleri vermek yasaktır.
Karar metninde önemli bir ayrıntı var. Söz konusu soruşturmanın (2014/84425) yalnızca “mağdur edilen başkonsolos ve görevlilerin yaşamsal güvenliklerinin sağlanması” ile sınırlı olmadığı anlaşılıyor. Yasaklama kararının metninden, soruşturmanın aynı zamanda “bu konuda gereksiz gerçeğe aykırı ve devletin zafiyetini ortaya koyacak şekilde yayınlar yapılması nedeniyle (de) yürütüldüğünü” öğreniyoruz.
Bunu şimdilik not edelim.

* * *

Haberin Devamı

Yayın yasağının gerekçelerini incelediğimizde bir başka ilginç durumla karşılaşıyoruz. Çünkü kaçırılma olayından sonra Başsavcılık tarafından açılan soruşturmanın basına yayın yasağını getirmek için bir paravan olarak kullanıldığı da ortaya çıkıyor. Çünkü yasaklamanın dayanaklarından biri Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) “soruşturmaların gizliliği”ne ilişkin 157’nci maddesidir.
Diğer bir gerekçe, Basın Yasası’nın üçüncü maddesidir. Ağır Ceza Mahkemesi, CMK 157’nin yanı sıra bu yasanın üçüncü maddesi çerçevesinde “kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması ve milli güvenlik hususları nazara alınarak” da karar vermiştir yayın yasağına.
Ancak burada yasanın unutulan çok önemli bir unsuru var. Üçüncü maddede bu ifadenin bulunduğu cümlenin girişinde sınırlamanın “demokratik toplumun gereklerine uygun bir şekilde yapılacağı” ilkesi vurgulanıyor. Bu önemli ilke uygulamada tümüyle göz ardı edilmiştir.

* * *

Haberin Devamı

Şimdi yukarıda not ettiğimiz ayrıntıya dönelim. Musul’daki hadise sonrasında başlatılan soruşturma “devletin zafiyetini ortaya koyacak yayınlar yapılması” gibi bir suç fiili üzerinden de yürütülüyor. Yaptığımız inceleme, Türk Ceza Kanunu’nda tanımlanmış böyle bir suçun bulunmadığını gösteriyor.
Böyle bir suç kriterinin demokratik bir toplumun gerek ve değerleriyle bağdaşması zaten mümkün değildir. Yasalarda karşılığı olmayan bir suç üzerinden soruşturma yapılması, daha sonra bu soruşturmanın basına yasak getirilmek için kullanılması hukuk düzeninde kabul edilebilir bir durum değildir.
Böyle bir bakış, ancak otoriter rejimlere özgü bir hukuk anlayışının ifadesidir. Demokrasilerde devletin zafiyeti varsa bunu ortaya koymak basının zaten görevidir.

* * *

Haberin Devamı

Ankara’daki mahkemenin 16 Haziran tarihli bu yasağının Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 15 Haziran’da Trabzon’da basına “Şu süreci tahrik ederek değil, lütfen yazmadan, çizmeden, fazla da konuşmadan takip etmenizi istiyoruz” şeklinde seslenmesinin hemen ertesi günü gelmesi de dikkat çekicidir.
Bu yayın yasağına yurtdışındaki ve Türkiye’deki basın kuruluşlarından kuvvetli tepkiler gelmiştir. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC), kararı kınamış ve “yargı bağımsızlığı ile bağdaşmadığını” belirtmiştir. TGC, ayrıca Ankara 10’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvurarak, “sansür” olarak değerlendirdiği bu yayın yasağının kaldırılmasını talep etmiştir.
Yayın yasağı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatlarına da aykırıdır. Ama bu spesifik içtihatlardan daha önemlisi meselenin demokrasinin özüyle ilgili yönüdür. Demokrasiler IŞİD gibi demokrasi düşmanı örgütlerin saldırılarına hedef olduklarında, bu gibi belaların üstesinden -basın özgürlüğünden ödün vermeden- gelmek zorundadır. Demokrasilerin diğer rejimlerden farkı, bu gibi zorlukları taşıyabilme olgunluğuna sahip olmalarıdır.
Hemen yayın yasağına başvurmak demokrasilere değil olsa olsa baskıcı 3. Dünya rejimlerine özgü bir kolaycılıktır.

Yazarın Tüm Yazıları