Ülkeleri onlara ihanet etse de

O, ne Başbakan Erdoğan gibi İstanbul’da...

Haberin Devamı

Ne de benim gibi İzmir’de doğdu.
Mardin’de doğdu... Anadolu çocuğu yani.


* * *

O, Başbakan Erdoğan’dan 18, benden 24 yaş küçük...
Bizden sonraki jenerasyonun çocuğu yani.


* * *

O, ne Başbakan Erdoğan gibi Boğaz’a bakan bir villada, ne benim gibi Beykoz’da orman içindeki bir villada oturuyor.
Hayatı, devlet lojmanlarında geçmiş...
Basit, mütevazı apartman dairelerinde yani...

Ülkeleri onlara ihanet etse de
* * *

Haberin Devamı

1988 yılında Deniz Harp Okulu sınavına girmiş ve kazanmış...
Askeri okul imtihanlarını kazanan her halk çocuğu gibi, bileğinin hakkıyla yani...
Firkateynlerde, Türk donanmasının denizlerde bayrak dalgalandıran gemilerinde görev yapmış, rütbe almış.


* * *

Sonra 13 Ocak 2011 günü gelmiş...
Önce, hâlâ ne olduğunu bir türlü öğrenemediğimiz, mahkemelerin adının kullanılmasını yasakladığı, Ergenekon örgütünün üyesi olarak tutuklanmış.
Sonra Balyoz...
Yetmemiş Askeri Casusluk...


* * *

O Başbakan Erdoğan gibi 3.5 ay yatmadı, 3 yıldır içeride...
Adı Kemalettin Yakar...
Üç yıldır Hasdal denilen “zamane Gulaglarından” birinin siyasi mahkûmu...


* * *

İki gündür önümde onun Hasdal’daki esaret günlerinde suluboyayla yaptığı resimlerden oluşan kitap duruyor.
Basit, sade çizgiler...
Birer Hoca Ali Rıza eseri değil.
Ama birer insaniyet şaheseri olduğu kesin.
Bakarken anlıyorsunuz ki, eserlere ruh veren şey, sadece fırça dokunuşlarının Allah vergisi kabiliyeti değilmiş.
Bazen o fırçanın arkasındaki insanlık durumları da kendi eserini çiziyormuş.


* * *

Haberin Devamı

Öyle bir kitap duruyor önümde.
Naif, utangaç, Allah ne verdiyse, o duyguyla çizilmiş resimler.
Gücünü, haksızlığa uğramışlıktan, ihanete uğramışlıktan, yalnız bırakılmışlıktan alan eserler.
Evet üstüne basa basa yazıyorum:
Eserler...


* * *

Yalnızlık ve terk edilmişlik bir insana neler çizdirir?
Nelerse onların hepsi var.
Küçük kediler, köpekler...
Gezi’de üzerine su fışkırtan TOMA’ya karşı duran o efsane kadın...
Güvercinler, demir parmaklıklar...
Silivri Gulaglarına yürüyerek girip de, bir ambulansın teneşirinde çıkan silah arkadaşlarına son saygı duruşu...
Tabii ki Atatürk... Üzerine yemin ettiği bayrak...


* * *

Ama bana en çok “Babayla volta” tablosu koydu.
Açık görüşte yanına gelen oğlunu elinden tutmuş, ufkunun en uzak mesafesi olan karşı duvara doğru yürüyen bir baba...
O ne kadar babası gibi duruyorsa, çocuğu da o kadar çocuk duruyor.
Bir eli başının üzerinde.
Attığı adımdaki çocuk silueti, Allah vergisi büyük bir maharete dönüşüyor...
Yalnızlığı, hasreti, ihanete uğramışlığı, terk edilmişliği.
Ve tabii ki derin bir hayal kırıklığını en güzel anlatan tablo işte buydu.


* * *

Haberin Devamı

Türkiye Stalinizminin Gulag mahkûmları, kendi edebiyatını, hukukunu, bilimini, hatıratını, savunmasını kitaplara çevirdi.
Şimdi haksızlığını sanata çevirmeye de başladı.
Bilin ki, bir ara rejim, böyle bir külliyatın altından kalkamaz.


* * *

Binbaşı Kemalettin Yakar, 1988 yılında Harp Okulu’na başlarken, ülkesinin ve bayrağının uğruna kendini feda edeceğine yemin etti...
Ülkesinin adaletinin, siyasetinin, iktidarının ona yaptığı bunca eziyete rağmen...
Hâlâ 1988’de ettiği o yemine sadık.
Bu ülkenin, halkın içinden gelen asker çocukları böyledir...
Ülkeleri onlara ihanet etse de, onlar ülkelerine ihanet etmezler.

Tarihimizin en karanlık ‘ara rejimi’ çöküyor

Haberin Devamı


TEĞMEN Mehmet Ali Çelebi’nin, Binbaşı Kemalettin Yakar’ın kitabına* yazdığı önsözdeki şu cümleler, Anayasa Mahkemesi’nin Balyoz kararıyla başlayan yeni dönemin manasını da anlatıyor:
“Uzaktaki bir deniz feneri, gecenin karanlığı içinden parlıyor.
O fener, hür ve bağımsız doğacak çocuklarımızın ülkesidir.
Onu arayın...”



* * *



Bilin ki, tarihimizin bu en karanlık ara rejimi çatır çatır çöküyor...
(*) Kemalettin Yakar; “Resimlerle Hasdal’da 3 Yıl”, Kaynak Yayınları, 2014

Sünni bir ailede doğdum ve artık şunu soruyorum

BEN Sünni bir ailede doğdum.
Rahmetli babamın ağzından sadece bir kere, “Hanefi” olduğumuza dair bir cümle çıktı.
Hayatım boyunca ne ailemin ne de sülalemin bir ferdinin ağzından bir kere dahi “Sünni” olduğumuza dair bir aidiyet ifadesi işittim.
İnançlı ve dindar bir Balkan göçmeni aileydi.
Anne tarafımdan dedem ve anneannem ile babamın annesi hacca gittiler.
Annem, son zamanlarda ayaklarındaki ağrılar nedeniyle çok zor yürür hale gelinceye kadar 5 vakit namaz kıldı.
Hâlâ da kılmaya çalışıyor...


* * *

Haberin Devamı

Hayatımız boyunca mezhep aidiyetimiz bizim için merak edilecek bir şey olmadı.
Kendi mezhebimiz, aidiyetimiz bakımından merak konusu bir şey olmadığı için, ne komşumuzun Alevi oluşu, ne de başka bir inanca sahip olması da bizim için merak konusuydu.
Kahramanlar semtinde bir arada yaşıyorduk.
Çocukluğum boyunca hiçbir din kavgasına, inanç kutuplaşmasına tanık olmadım.
Biz Türkiye’nin mutlu mahalle çocukları olarak büyüdük.
Mahalle arkadaşlıklarımız hâlâ devam ediyor ve hâlâ hangimizin hangi mezhepten olduğumuzu merak etmiyoruz.


* * *

Ama bugün şunu merak ediyorum.
Ülkemin büyük bir bölümünün bulunduğu bu Ortadoğu denen coğrafyada “mezhepçilik” neden bu kadar önemli bir hale geldi.
Bir de şunu merak ediyorum:
Bu bölgede “Sünnicilik” adına hareket eden insanlar neden bir türlü çoğulcu, hoşgörülü, demokratik bir hareketi ortaya çıkaramıyor?
Mısır’a bakıyorum...
Yıllarca ezildiğini iddia eden “Sünni Müslüman Kardeşler’in” lideri cumhurbaşkanlığı seçiminde oyların ancak yüzde 25’ini alıyor.
Sonra ikinci turda ittifaklar nedeniyle zar zor cumhurbaşkanı seçiliyor ve yaptığı ilk iş, baskıcı-diktacı bir rejim kurmak.


* * *

Irak’a bakıyorum...
Sünnicilik adına hareket eden örgütler insan kafası kesiyor, orayı burayı bombalıyor.
Afganistan’a, Peşaver’e, Suriye’ye bakıyorum...
İnsan ciğeri yiyen, insan kafası kesen ve bu sahneleri videoya çekip övünerek dünyaya yayan insanlar Sünnilerin arasından çıkıyor.


* * *

Ve Türkiye’ye bakıyorum...
İç ve dış politikasını Sünnicilik üzerine dizayn ediyor.
İstemedikleri kararı veren bir hâkimi “Alevilikle” suçlayacak kadar ağır bir Sünni elbiseyle dolaşıyorlar.
Ülkenin bütün vatandaşlarının üzerinden geçeceği köprülerin adını bile bir Sünni gurur ve kibir üzerine inşa ediyorlar.
Sünnilik adına kurdukları rejimin açıkça totaliterliğe doğru gittiğini artık bütün dünya söylüyor...


* * *

Ben Sünni bir aileden geliyorum.
Hayatım boyunca kim Sünni’dir, kim Alevi hiç merak etmedim.
Ama artık merak ediyorum...
Neden...
Bu yaşımda bu soruyu bana kim ve neden sordurtuyor?
İçinde doğup büyüdüğüm mezhebim mi...
Yoksa o mezhep üzerine totaliter anıtlar dikmeye çalışan siyasetçiler mi...


* * *

Sanmayın ki Sünni’si böyle de ötekisi farklı...
Sünni değil, Şii bir ailede doğsaydım, aynı soruları bu defa Şii mezhebi için soracaktım...

Yazarın Tüm Yazıları