Celladıma gülümserken!..

Güncelleme Tarihi:

Celladıma gülümserken..
Oluşturulma Tarihi: Haziran 20, 2014 10:44

Travmatik geçmişiyle hesaplaşmak için II. Dünya Savaşı sırasında kendisine işkence yapılmasına neden olan kişinin peşine düşen eski bir Britanyalı subay… ‘Geçmişin İzleri’ni Colin Firth ve Nicole Kidman sürüklüyor.

Haberin Devamı

Celladıma gülümserken..

5 üzerinden 3

Bir tren yolculuğundasınız... Bir taraftan dışarıya kısa bakışlar atıyor öte taratan da önünüzdeki kitap, dergi, notlar vs’yle haşir neşir olmaya çalışıyorsunuz. Karşınızda oturan ve yeni tanıştığınız güzel kadın ise sorularıyla ilginizi kendisine yöneltme derdinde. Eğer bir İngilizseniz konunun ‘Brief Encounters’a geleceğini bilirsiniz, çünkü David Lean’in ünlü klasiği savaş döneminde tren yolculuğu sırasında birbirlerine ilgi duyan iki evli insanın kısa süreli aşkını anlatır. Nitekim söz konusu sahnenin yaşandığı bu haftanın filmi ‘Geçmişin İzleri’nde ana karakterler ‘Britanyalı’olmanın kendilerine yüklediği ‘misyon’la konuyu Lean’in filmine getiriyorlar. Patti (kadın karakter), “Neydi o kadın oyuncu?” diyor, karşısındaki Eric de (erkek karakter) “Celia Johnson” diyerek eksik bilgiyi tamamlıyor.

Haberin Devamı

‘Geçmişin İzleri’ (The Railway Man’) bu romantik ve insanı hemen içine alan sahneyle, öykünün ait olduğu ‘şimdiki zaman’da yani 1980’lerin başında açılıyor. ‘Emekli gaziler derneği’ üyesi Eric Lomax, Patti’ye o yolculuğunda âşık oluyor, hislerini hemen dernekteki arkadaşlarına açıyor ve çok geçmeden İskoçya’ya yaptığı tren yolcuğundan dönen genç kadını istasyonda yakalayarak meseleye kendince son noktayı koyuyor. Evleniyorlar… Her şey çok iyi gibi giderken bir gün Patti, kocasını salonun ortasında sinir krizleri geçirirken buluyor. Bu olayın ardından bir ‘Sır perdesi’ yavaş yavaş aralanıyor; Eric’in II. Dünya Savaşı sırasında Singapur’da ‘Sinyal subayı’ olarak görev yaptığı birlik Japonlara esir düşmüş ve Tayland’daki demiryolu inşaatında çalıştırılmıştır. Ve fakat bu dönemde işkence dahil onca acı, ruhunda kapatılmaz yaralar açmış ve yüklü geçmiş her daim peşinden gelir olmuştur… Patti, kocasının derdine derman olmak için adım atar ve derneğin bir tür abisi ve hamisi konumundaki Finlay’den yardım ister. Evet, ortada adeta bir ‘Sessizlik yemini’ vardır ama Eric’in sessizliğini daha başka türlüdür. Finlay, çare olarak zamanında onca acının yaşanmasına neden olan ve Eric’in işkence görmesindeki adeta tek suçlu konumundaki Japon çevirmen Nagase’nin öldürülmesini önerir. Eric de bu eski hesabı kapatmak için rotasını yıllar sonra bir kez daha Uzakdoğu’ya çevirir…

Haberin Devamı

Celladıma gülümserken..

‘Better Than Sex’ ve ‘Burning Man’ gibi filmleriyle tanınan Jonathan Teplitzky, ‘Geçmişin İzleri’nde temel olarak David Lean klasiklerine saygı duruşunda bulunuyor. ‘Brief Encounters’la başlayan öykü, çok geçmeden Eric Lomax’ın geçmişine uzandığında ünlü ‘Kwai Köprüsü’ (‘The Bridge on the River Kwai’) hali alıyor adeta. Öte yandan film gerçek bir hikâyeden uyarlanmış, olayın kahramanları Lomax ve Takeshi Nagase bir hesaplaşma yaşamışlar ve meselenin İngiliz kanadındaki Eric, 2011’de, 93 yaşında aramızdan ayrılmış. Teplitzky, ‘Geçmişin İzleri’nde konstrüksiyonu son derece başarılı bir şekilde inşa etmiş: Romantizmle başlayıp travmatik bir hal alan ilişki ve çiftin geleceklerini kurtarmak adına (bu noktada sanki ‘Freudyen bir refleks’ dememiz gerekiyor) meselenin kendisiyle yüzleşmek, hesaplaşmak ve -ister istemez intikam ateşiyle şiddete de başvurarak- yok etmek çabası, filmin yolculuğunu tekdüzelikten kurtarıyor. Bu bağlamda da öykü sık sık 80’lerin başında ve 40’ların ortasında geziniyor; geri dönüşlerle ilerliyor. Elbette, ‘celladınla karşılaşmak’ meselesi sinema açısından yeni bir olgu değil. Liliana Cavani’nin ‘Gece Bekçisi’ (‘Il portiere di notte’) ya da Polanski’nin Ariel Dorfman’ın oyunundan uyarladığı ‘Ölüm ve Bakire’ (‘Death and the Maiden’) ilk elde akla gelen örnekler… ‘Geçmişin İzleri’ kuşkusuz bu yapıtlar düzeyinde derin izler bırakacak türden bir film değil ama yine de duygusunu, dertlerini, karakterlerinin yaşadığı travmaları, psikolojik savrulmaları seyircisine geçirmeyi başarıyor.

Haberin Devamı

Celladıma gülümserken..

Filimde Eric karakterinin gençliğini 'Savaş Atı'nından tanıdığımız Jerremy Irvine canlandırıyor.

Oyunculuklara gelince Eric’te Colin Firth, Patti’de Nicole Kidman, Finlay’de Stellan Skarsgard gayet iyiler. Keza Eric’in gençliğini oynayan Jeremy Irvine (ki kendisini Spielberg’in ‘Savaş Atı’ndan hatırlıyoruz) ve yine tercüman Nagese’nin gençliğini canlandıran Tanroh Ishida da çok başarılı performanslar sergilemiş…

Sonuç? ‘Epik’ bir tat taşımasına rağmen tercihini bu yönde kullanmayan (kuşkusuz böyle bir derdiniz olsaydı filme milyonlarca pound yatırmanız gerekirdi) ‘Geçmişin İzleri’, oyunculukları ve atmosferiyle ilgiye değer bir çaba. ‘Kaçırmayın’ derim…

Haberin Devamı

BİR BEN VARDIR, BENDEN İÇERİ

Celladıma gülümserken..

5 üzerinden 4

Zamanında insanlar ‘Dövüş Kulübü’nü izledikten sonra, “Bu film ama asıl olarak uyarlandığı roman, acaba ondan etkilenilerek kaleme alınmış olabilir mi?” diye düşünmüşlerdi. Kuşkusuz ortada güçlü bir çağrışım vardı. Evet, Dostoyevski’nin erken dönem yapıtlarından ‘Öteki’ (‘Dvoynik’), zamanında pek ilgi görmese de sonraları edebi ve psikolojik olarak hakkını teslim edilmiştir. Başta ‘Şizofreni’yi bir kitabın satır aralarında aramak isteyenler tarafından olmak üzere… Öte yandan Nabokov’a göre de

DOSTOYEVSKI'NİN EN İYİ YAPITI

Celladıma gülümserken..

Haberin Devamı

Bu haftanın mönüsünde yer alan ‘Öteki’, üstadın bu büyük şaheserinin ‘Modern zamanlar’ uyarlaması. Bay Golyadkin’in yerini Simon almış ama işyerindeki ve hayattaki dertleri aynı: Utangaç, annesi tarafından küçümsenen, aynı binada çalıştığı ve rüyalarının kadını olarak gördü Hannah tarafından fark edilmeyen genç bir adam… Bir tür ‘Tutunamayan’… Hayatın ona karşı olan bu sonsuz kayıtsızlığını değiştirmek içinse mecali yok. Çabalıyor ama başaramıyor. Amma velakin işyerine yeni gelen ve fiziksel açıdan adeta birebir kopyası olan James’in varlığı, Simon’da da yaşam belirtilerine neden oluyor. Çünkü James onun karakter olarak tam zıddı. Patronun hemen gözüne giren, işyerinin ve özellikle kadınların hemen gözbebeği olan bu yeni ‘Tehlike’, çok geçmeden Simon’un da iç sularına dolaşınca genç adam da birşeyler yapması gerektiğine karar veriyor.

Yönetmenlik kanadına 2010 tarihli ‘Submarine’le geçen oyuncu kökenli Richard Ayoade’nin imzasını taşıyan ‘Öteki’ (‘The Double’) bence gayet başarılı bir uyarlama olmuş. Jesse Eisenberg’in (nam-ı diğer ‘Social Network’ün Mark Zuckerberg’i) iki tiplemeye (Simon ve James) hayat verdiği film atmosfer olarak Terry Gilliam’ın iki yapıtı ‘Brazil’ ve ‘Sıfır Teorisi’ni çağrıştırıyor, ayrıca Michel Gondry tadı da bulmak mümkün. İnsan ruhunun sonsuz derinliklerine ayna tutan bir büyük yapıtı eksen alarak Dostoyevski’ye halel getirmeden yapılan bu uyarlama bence haftanın en iyisi. Sinemada bu türden kaçış hikâyelerine ve kendine özgü atmosfere sahip olan yapıtlara sıcak bakıyorsanız, ‘Sizi salona alalım’ derim..

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!