Festival açılışından notlar

Haberin Devamı

BCUMARTESİYİ pazara bağlayan gece... Daha doğrusu sabaha karşı 04.20 suları... 28. Uluslararası İzmir Festivali’nin (Türkiye-Polonya Diplomatik İlişkilerinin 600. yılı kutlamaları çerçevesinde yapılan) açılış konserinden yeni dönebildim. Geç başlayan konser, oldukça da geç bitti. “Gözüme çarpanlar”ı hemen paylaşmak istiyorum ama önce gündüz düzenlenen basın toplantısına uzanalım...
Polonya Kültür ve Milli Miras Bakan Yardımcısı Monika Smolen söz aldığında, kutlama programından, “içinde herkes için ilginç bir şeyler bulunan...” vurgusuyla bahsetti; meraklanmıştım... Piyanist Hüseyin Sermet, bizi Paris Konservatuvarı’ndaki yıllarına götürüp, “Maestro’nun bestelerini analiz ederdik. Bugün kendisiyle aynı sahneyi paylaşmak çok heyecan ve gurur verici” dediğinde ise, gecenin, iddiasını, abartısız duruşuna gizlemiş olan usta, 81 yaşındaki Krzysztof Penderecki’ye, haklı bir “ululama” renginde geçeceğini sanmıştım. Bunda yadırganacak bir şey de yoktu. Eserleri, avant-garde ve geleneksel dillerin bir sentezi olan Penderecki, parlak orkestra şefliği kariyerinin yanı sıra 20. Yüzyıl’ın ikinci yarısına damgasını vuran (yaşayan) en büyük bestecilerden biri kabul ediliyordu. Bestelediği film müziklerinin getirdiği şöhret de bir o kadar vardı... Ama pek beklendiği gibi olmadı...
Krzysztof Penderecki yönetimindeki Sinfonia Varsovia Orkastrası, Beethoven’in çarpıcı ve kısa Prometheus Uvertürü ile “Merhaba” dedi seyirciye. Ve bütün gece, olgun bir yorumla, hiç öne çıkmadan sahnede kaldı sanatçılar. İkinci eser, yine Beethoven’ındı; sonradan “İmparator” ismiyle de anılacak olan 5 numaralı Piyano Konçertosu... Ve gecenin piyanisti oturdu taburesine...
Hüseyin Sermet’in “zarafet ve mükemmeliyet” ışıyan stili, piyano tuşlarıyla dokunarak değil, adetâ onlarla fısıldaşarak kurduğu iletişim ve mütevazı beden dili, sahnedeki “dev”den rol çalmasına yetti... Detay gibi görünse de, bu yaşıma kadar, icrasını tamamladıktan sonra, “taburesini yerine koyan bir piyanist”e ilk kez rastladığımı da eklemeliyim. Meraklısına, Sermet’i mutlaka konser ortamında izlemelerini öneriyorum.
İkinci bölümde, Penderecki’nin “Noel Senfonisi” de denilen 2 numaralı Senfonisi yer alıyordu. Kendisi bu eserin, “Wagner, Mahler, Sibelius ve Shostakovich gibi müzisyenlerin senfonik geleneğinden beslendiğini” söylese de, ben Yahya Kemâl’in 1927’de Varşova Büyükelçisi iken yazdığı, “...Duydumsa da zevk almadım İslav kederinden” dizelerine hak vermekten alamadım kendimi.
“Göz alanlar” bahsinde, emekleri ve samimiyetleri için İKSEV ailesi ve tüm destekçilere tekrar şükranlarımı sunuyorum. Filiz Eczacıbaşı Sarper’in “duygu ve estetik” yüklü, doğaçlama açış konuşması, üstüne söz söylenmeyecek kadar kısa ve anlamlıydı. Ama ardından yapılan, “tarih, coğrafya, diplomasi hattâ belediyecilik” temalı manâsız ve boş konuşmalar, üstüne de başka bir şekilde halledilebileceğini düşündüğüm plaket(ler) seremonisi eklenince, dünya çapında sanatçılar antik tiyatronun kulisinde uzun süre beklemek zorunda kaldı. Müzik dinlemek için gelen seyirci de homurdandı elbette. Düşünün, ikinci bölüm başladığında saatler 23.30’u geçmişti. İşte ondan bu yazıyı sabaha karşı yazabiliyorum! Bu görkemli açılışa rağmen Efes, ne yazık ki yine dolu değildi. Aziz Başkan da Vali Bey de (yine) daha önemli işleri (?!) sebebiyle, vekilleri ile temsil edildiler. Festival, 3 Eylül’e kadar desteğimizi bekliyor. Haydi İzmir; bu güzellikler bizim için, hepimiz için!

Yazarın Tüm Yazıları