Yonca Tokbaş - Kelebek
Yonca Tokbaş - Kelebek
Yonca Tokbaş - KelebekYazarın Tüm Yazıları

Sevişmek ve savaşmak

Dünyayı çok iyi anlıyorum.

Haberin Devamı

Doğayı da.
Duyguları da.
Bedeni de çok iyi anlıyorum.
Hatta beden resmen bir dile sahip ve konuşuyor; duymasını bilene tabi.
Anlayamadığım şey kafalar. Beyinler. Algılar. Düşünceler.
Duygulardan yoksun dolaşan kafaları hiç anlamıyorum.
Acayip rahatsız oluyorum.
Beden, ruh ve kafa bir bütün. Tek tek veya ikisi bir yerde, biri dışarıda filan olunca bir şeyler tam olmuyor. Veya...
Oluyor da rahatsızlık, huzursuzluk yapan bir şey oluyor.
Nitekim...
Bir sessizlik içinde kalıp kendini olan bitenden soyutladığında, uzaktan veya hani Richard Bach’ın Martı’sı Jonathan gibi kanatlarını çırpıp gökyüzünde taaaa yükseklere çıkarak aşağıda olan bitenlere baktın mı, her şey minnacık kalıyor.
O çok önemli sandığın şeyler önemini yitiriyor.
Basit sandığın şeylerse birden çok önemli oluyor.
Mesela...
Açsan, balık...
Yalnızsan, beraber olmak istediklerin...
Eksik olan aşksa aşk...
Yani kafa değil, duygular öne çıkıyor. Süper bir durum!
Nitekim bir süredir Jonathan gibiyim. Yüksekte, uzakta...
Ve ne gördüm biliyor musunuz?
Hepimiz uluorta savaşıyoruz.
Kavga filan etmek süper kolay. Bozulmak, surat asmak, küsmek hep gani gani.
Kötülük gırla.
Kötü haberleri bas bas bağıra çağıra veriyoruz.
İyi haberleri hep saklıyoruz. Ezik ezik paylaşıyoruz.
Gizli gizli sevişiyoruz. Gizli gizli aşık oluyoruz. Keyifler zevkler suçmuş gibi, hep arka odada.
Gizli gizli mutluyuz.
Uluorta sevişmeye başlasak ya bir!
Sevgileri, aşkları, mutlulukları avaz avaz kahkahalarla yaşasak uluorta...
Tersine çevirsek bu fesat durumu.
Sevişmekten utanacağımıza, savaşmaktan utansak ya...
John Lennon kafasına bir bağlansak acilen...
Imagine dinleyin.
Hemen.
Yonca
“ortaya karışık”

-----

Haberin Devamı

Hürriyet Dünyası 66. yıl haberleri

Geçtiğimiz cuma 66’ncı yılını kutladı Hürriyet.
Ben yurtdışında olduğumdan pek katılma şansım olamıyor “özel” günlere. Katılamadığım zaman da kendimi “çemberin dışında” hissediyorum.
Oysa cuma günü baktım ki, bu his benim hissim. Hiç de çemberin dışında değilim. Ne saçma kuruntular bunlar insan uzak oldu mu.
Aydın Doğan’ın konuşması etkiledi beni.
Baba baba konuştu. Çatır çutur. Gerçekleri. Sorumluluklarımızı hatırlattı.
Etik, düzgün yapılan gazeteciliğin bir güzel altını çizdi. Saygıyı hatırlattı.
Eskiden medya patronlarını tanırdık, ben şimdi kimseyi tanımıyorum. Bazı gazetelerin sahibi kim, onu bile bilmiyoruz. Bu işte bir gariplik var” dedi.
Ne kadar düşündürücü!
Gece boyunca çalışanlarının Aydın Doğan’la ilişkisine baktım durdum. Hiç patron patron gibi değil de, arkadaş, baba, konuşulabilir, yaklaşılabilir, kendilerinden biri gibi bir insan Aydın Doğan. Kimse çekinmiyor. Herkes rahat.
İstediğinizi düşünün umurum değil.
İnsan eğer yazarsa, hele de kadınsa ve de bu ülkede bir kadın yazarsa (gerçi kadın, erkek, gay artık fark etmiyor) korkmadığın bir patronunun olduğunu canlı kanlı görmek müthiş bir umut ve cesaret veriyor.
İyi iş çıkarma şevki veriyor.
Bir şey daha; Aydın Doğan dört kız babası.
Bu da Hürriyet’in kadın yazarlarının resmen şansı. Bunu hiç düşünmemiştim.
Fark etmemiştim.
Yüzüm kızardı...
Şükrettim.

-----

Haberin Devamı

İcra kurulu başkanı

Hürriyet İnsan Kaynakları’ndan yeni icra kurulu başkanı atamasıyla ilgili bir duyuru geldi.
Ahmet Özer atanmış.
Allah’ım bu isim bana hiç yabancı değil, kimdi yahu diye kıvrandım.
Ben isimler konusunda felaketim. İnanın bir kendi ismimi çok iyi biliyorum. Geri kalan bütün isimler çoğu zaman kafamda o kişinin sevdiğim bir özelliğiyle saklı.
Dans eden insan, sorumlu tip, mavi göz, pasta ustası filan gibi.
Sonra kocama sordum “Ahmet Özer kimdi?” diye.
“Pes Yonca bizim Ahmet işte, Boğaziçi’nden tanıyorsun ya sizin gazeteden” dedi. Haydaa...
“Hmmm evet o” dedim. Dedim ama... Kafa duruk. Bir türlü bilemedim.
Cuma gecesi görünce jetonum düştü. “Aaaa yahu bizim Ahmet!” dedim.
Yani şimdi insanın icra kurulu başkanına “bizim Ahmet” demesi bizim memleket kalıplarında biliyorum biraz garip ama yani yalan mı söyleyeyim?
Okuldan arkadaşım ve iyi tanıyorum.
Hem de kaç yıldan beri. O benim içim icra kurulu başkanı değil yani.
İnsanın atıyorum kardeşi CEO olunca, CEO Bey olmuyor ki.
Ahmet’in bu göreve gelmesine çok sevindim. Hak ediyor.
Ama en esas çok sevindiğim bir başka şey var ve sayın icra kurulu başkanım bunu yazdığım için kızacak ama olsun, yazmazsam çatlarım, Ahmet Belgrad Ormanı’nda koşan bir insan. Koşmayı seviyor dahası.
Bunun sadece benim için değil, hepimiz için önemi çok büyük.
Ahmet Özer, benim bildiğim bu camiadaki ilk koşan yönetici!
Oh be!
Steve Jobs yerini Nike’tan Tim Cook’a bıraktığında nasıl özenmiştim, keşke bizde de “sporcu kafalı” yöneticiler olsa diye.
Oldu işte!
Yonca
“koşan kadın yazar”

Yazarın Tüm Yazıları